Sesiyle Karanlıkları
Aydınlatan Sahabi:
Bilâl-i Habeşî (r.a.)
Taşların dahi dayanamayıp kapkara kesildiği çöl sıcağı öğle vakitlerinde dayanılmaz bir hal alırdı. Mekke sokaklarında bu öğle vaktinde sıcağa rağmen insanları bir araya toplayan her ne ise gerçekten görülmeye değer bir şey olmalıydı. Kadın erkek çoluk çocuk toplanan kalabalıktan Ümeyye b. Halef’le Ebû Cehil’in gür ve bir o kadar da hiddetli seslerini seçmek hiç de zor değildi. Haksız da olsa kötünün, zorbanın, zalimin sesi gür çıkardı ne de olsa! Kalabalığa dikkatle kulak verildiğinde, alaycı, küçümseyici edalara kahkahaların karıştığı fark ediliyor ve sesin sahibinin adeta sesinin ağırlığıyla muhatabını ezmek istediği anlaşılıyordu. İşitilenlere bakılırsa muhatap her kimse işi zor görünüyordu. İnsanın üzerine çöken öğle sıcağının ağırlığından Ümeyye b. Halef’in sesinin o ürkütücü, aşağılayıcı ve bir o kadar da tiksindirici baskısından daha kötü ne olabilir diye düşünürken tüm bunların yanında hafif kaldığı bir manzara ile karşılaşıldı:
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl’i yere yatırmış, Bilâl’in üzerine en az omzuna yüklenen kölelik kadar ağır bir kaya bindirmişti. Ve ardı arkası kesilmeyen sorularıyla, küstah tavırlarıyla onu canından bezdirmeye çalışıyordu:
– Söyle bakalım, Rabbin kim, diyordu, ardından nefret, kibir, küçümseme bir bir yerini alıyordu yüzündeki çizgilerde zalim efendinin.
Bilâl’in zayıf ve kuru yüzünde ise dinginlik ve metanet okunuyor, gösterdiği emsalsiz sabır, onun siyah tenine asalet katıyordu. Güneşin alnında nefes almakta zorlanan Bilâl’in bir ara dudaklarının kıpırdadığı fark edildi. Ve ondan onca karanlık ses arasında latif bir cevap yükseldi. Ancak iyice kulak verildiğinde hissedilebilen bu ses, öğle sıcağında ferahlatıcı bir etki yapıyor ve Bilâl, etrafında çöreklenmiş olan müşriklerin kesif karanlığını adeta sözleriyle dağıtıyordu:
– Ehad! Ehad! Diyordu.
Üzerindeki baskı daha da artıyordu o zaman, işkenceler daha da çoğalıyordu. Yine aynı soru çınlıyordu Bilâl’in kulaklarında:
– Rabbin kim söyle!
İnanmadığı bir şeyi söylemeyi kabul etmiyordu dili ve kalbi imanla doluyken efendisinin Rabbini Rab olarak benimseyemiyordu. Sadece, “Benim dilim onu söyleyemiyor.” diyebiliyordu.
Oysa efendileri karar vermişti onun hakkında. Köle değil miydi, ancak onların ilahlarını Rab edinebilirdi. Asla “Ehad” diyemez, Muhammed’in dinini kabul edemezdi. İzin almadan öğle vakitlerinde, özellikle de geceleri Muhammed’i ziyaret etmek de ne demekti! Ümeyye b. Halef’in parmaklarından bile daha itaatkâr olan kölesi nasıl olur da efendisinin ilahlarından yüz çevirirdi!
Siyahi bir köleydi Bilâl. Annesi Hamâme köleydi. Babası Rebâh köleydi. Köleler düşünemezdi o dönemlerde, kendi kararlarını veremezlerdi, kendi inançlarını yaşayamazlardı. Onlara düşen sadece efendilerine itaat etmekti. Efendisi Bilâl’i satın almayı başarmıştı ama onun imanını esir alamamıştı. Bilâl’in aklı, vicdanı, cesareti köleleşmemişti. Korkusuzca kabul etti Muhammed’in dinini korkusuzca bunu dile getirdi.
Mekke çöllerinde kızgın kayaların altında “Ehad!” diyordu Bilâl. Gün geldi Bilâl’in sesi Medine semalarında işitilir oldu. Allah’ın dini güçlendikçe Bilâl’in sesi daha gür çıkar oldu. Artık Peygamber Mescidinde müminleri namaza çağırıyordu Bilâl, Peygamber’in yanından hiç ayırmadığı müezzini olmuştu. Bilâl “Allahu ekber” dediği anda O’nun dışındaki her şey küçülüyordu. Bilâl “Eşhedu en la ilahe illallah” diyor, sesinin ulaştığı her bir zerre buna şehadet ediyordu. Bilâl “Hayya ale’s-salah” dediğinde Peygamber mescidi müminlerle dolup taşıyordu. Bilâl ezan okuyor, Allah Resûlü dinliyordu. Sonrasında Nebî’nin arkasında bütün bir kâinat kıyama duruyordu.
Sadece Peygamber Mescidinde yankılanmadı, Allah Resûlü’nün gittiği her yere eşlik etti Bilâl’in sesi. Çok sevdiği müezzininin her an yanında olmasını arzuluyordu Nebî. Öyle ki biraz daraldığında, hemen ona seslenerek, “Kalk Bilâl, namaza (çağır da) bizi namazla rahatlat!” diyordu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 78) Bilâl-i Habeşî, sadece müezzini değil, en yakın yardımcısıydı Allah Resûlü’nün. Gece koruması, gündüz gölgesi idi. Allah Resûlü seslendiğinde, hemen “Lebbeyk ve sa’deyk ve ene fedâük” diyerek hizmetine koşan, onunla birlikte açlığı da tokluğu da paylaşan o idi. Kimi zaman çok sevdiği Peygamberinin abdest almasına yardımcı oluyor, kimi zaman orucunu açması için ona ‘sevik’ hazırlıyordu. Bedir’de heyecanla Allah Resûlü’nün yanında savaşan, Hayber dönüşünde biraz uyuyup dinlensin diye nöbet tutan o idi. Bir Ramazan bayramında Allah Resûlü hutbe verirken elinden tutup destek aldığı da Arafat’ta veda hutbesini verirken devesinin yularını tutan da o idi. Nihayet Mekke fethedildiği zaman Allah Resûlü Bilâl-i Habeşî’ye, bir zamanlar Ümeyye b. Halef’in kölesi olan, taşlar altında inletilen Bilâl’e emretti de fetih ezanını Kâbe’nin üzerine çıkarak o okudu. Bir zamanlar Ehad diyen bu sesten, artık Allahu ekber nidaları işitiliyor, Bilâl’in sesiyle Mekke semaları aydınlanıyordu.
Ve bu aydınlık, Bilâller ezanlar okudukça kıyamete kadar böyle devam edecekti…
Kaynak :
Sahabe Hatıraları (Diyanet Yayinlari)
Rukiye AYDOĞDU DEMİR