Hayrın Anahtarı
Gönüller Sultanı
Yiğit Sahabi:
Sa’d b. Muâz (r.a.)
Sabah namazını kıldırdıktan sonra telaşla mescidden çıktı Allah Resûlü. Gece vefat eden Sa’d b. Muâz’ın cenazesini teslim alan Abdüleşheloğullarının evlerine doğru yürüyordu. O kadar hızlıydı ki beraberindekiler kendisine yetişmekte zorlanıyordu. Kiminin hırkası boynundan düşüyor, kiminin terliğinden parmak bağı kopuyordu. Şikâyetlere aldırmadan ilerliyordu Resûlullah. Sa’d’ın cenaze işlemlerinde hazır bulunamamaktan korkuyordu.
Otuz yedi yaşında vefat eden Sa’d, kısa ömrünün yalnızca son birkaç senesini müslüman olarak geçirmesine karşın İslama büyük hizmetlerde bulunmuş, müminler için tam anlamıyla bir “ensar” kardeşi olmuştu. Kavmi içinde saygın bir konumdaydı; sözü dinlenir, hatrı sayılır liderlerdendi. Birinci Akabe Biati’nden sonra Medine halkına İslamı öğretmek üzere gelen Mus’ab b. Umeyr’in davetiyle Müslüman olduğunda kavmini de bu güzel dine girmeye çağırmış ve onun telkinleriyle Abdüleşheloğullarından İslama girmeyen kalmamıştı. Ardından Mus’ab b. Umeyr’i evine alan Sa’d’ın evinden yayılan İslam nuru büyük bir hızla her yanı kaplamış, günden güne Medine, eski adıyla Yesrib şehri, “münevver” Peygamber yurdu olmaya hazır hale gelmişti.
Bedir Savaşı öncesi yapılan istişarelerde ortaya çıkan gerginliğin aşılmasında da Sa’d b. Muâz başroldeydi. Küfre karşı büyük bir savaşa atılmak müminleri biraz tedirgin etmiş, bu konuda çekimser davranmışlardı. Allah Resûlü’nün daima yanıbaşında olacaklarını bildiren muhacirlerden Mikdâd b. Amr’ın konuşması Resûlullah’ın yüreğine su serpmişse de asıl beklediği sayıca daha fazla olan ensarın desteğiydi. Medine’de Resûlullah’ı koruyacaklarına söz veren bu güzel insanlar, Medine dışında yapılacak bir savaşa katılmayabilirlerdi. İşte tam bu sırada ensar adına söz alan Sa’d b. Muâz coşku dolu şu sözlerle toplantıya son noktayı koydu:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana iman edip, seni tasdik ettik. Getirdiğin her şeyin hak ve gerçek olduğuna şahitlik yaptık. Sana itaat etmek ve sözüne uymak konusunda söz verdik. Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın emrini uygula (biz seninle beraberiz). Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin olsun ki sen şu denize dalacak olsan biz de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geride kalmaz. Dilediğinle görüş, dilediğinle ilişkiyi kes. Mallarımızdan dilediğini al. Doğrusu mallarımızdan aldığın bizim için bıraktığından daha hoştur.” (Vâkıdî, Megâzî, I, 48-49) Bu sözlerin ardından gönüllerdeki iman tazelenmiş, puslu düşünceler yerini azim ve kararlılığa bırakmıştı.
Sa’d b. Muâz’ın varlığı inananları hep güçlendirmiş, attığı adımlar daima ümmete rahmet getirmişti. Hayrın anahtarlarından biri olan bu aklı selim sahabiyle istişare etmeyi önemserdi Allah Resûlü. Buvat Gazası’na giderken yerine onu vekil tayin etmiş, her fırsatta müminlerin kuyusunu kazmaya çalışan Kurayzaoğulları hakkında verilecek hükmü de yaralı olmasına rağmen ona bırakmıştı. Verdiği karardan memnuniyet duymuş ve o doğrultuda hareket etmişti. Ne var ki Hendek Savaşı’nda ağır yaralanan Sa’d bu hükmü verdikten kısa bir süre sonra vefat etti.
Yaralandığında Allah Resûlü Sa’d’ı mescidde yaralıların tedavisi için kurulan çadıra getirtmiş, kendisini sık sık ziyaret ederek tedavi sürecini yakından takip etmişti. Yarasının tekrar açıldığını haber aldığında da derhal yanına gelip başını dizine koymuş, ruhunu huzurla teslim edebilmesi için dua etmişti. Sa’d o gece Rabbine kavuşmuştu, Resûlullah acı haberi sabah ashabından öğrendi. Nasıl ki o kendisini ve inananları hiç yalnız bırakmadıysa Allah Resûlü de ona karşı son görevlerini yapmak istiyor, bu yüzden acele ediyordu. Cenaze işlemlerini özenle takip etti ve kısacık yaşamına çok büyük hizmetler sığdıran bu yiğit sahabinin namazını bizzat kıldırdı. Kendisinden, Sad’ın ölümüyle arşın titrediğine ve cenazesinde binlerce meleğin hazır bulunduğuna dair müjdeler aktarılmış olsa da Resûlullah onun bu dünyadan ayrılmasıyla derinden sarsılmıştı, yüreğini kaplayan hüzün hal ve hareketlerine yansıyordu. Sadece onun değil bütün inananların içi yanıyordu. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gözyaşlarına hâkim olamıyor, Sa’d’ın annesi ağladıkça müminlerin de yüreği dağlanıyordu. Başta Resûlullah olmak üzere bütün müminleri yakıp kavuran bu tarifsiz acı, Hz. Âişe’nin yıllar sonra söylediği şu sözlerde en güzel ifadesini buldu: “Resûlullah Aleyhisselam ile iki arkadaşından (Ebû Bekir ile Ömer’den) sonra, vefatı Müslümanlara Sa’d b. Muâz’ınkinden daha ağır gelen bir kimse yoktur!” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 375).
Kaynak :
Sahabe Hatiralari (Diyanet Yayinlari)
Elif ERDEM