Asya Kıtası Hakkında Coğrafi Bilgiler

ASYA: ÇEVRESEL TEMELLER

Dünyadaki yedi kıtanın en büyüğü olan Asya çevresinde uzanan adalarla birlikte yaklaşık 44,936,000 km2 bir alan kaplamaktadır –bunun da anlamı yeryüzü karalarının üçte birinin Asya kıtası tarafından kaplandığıdır. Buna karşılık dünya nüfusunun beşte ikisi (3.5 milyardan fazla insan) de yine burada yaşamaktadır. Bunlar nerede yaşarlar ve nasıl beslenirler sorusu tüm coğrafi sorunların en ilgincidir; her ne kadar bu soruların yanıtları fiziki çevreyle açıkça bağlantılıysa da, dağların ya da rüzgârların ya da madenlerin dağılışından da daha önemlidir.

Yeryüzünde yaşayan her beş insandan üçü Asyalıdır; doğan her altı çocuktan yaklaşık 5’i yine burada doğar. Burası, aynı zamanda, tüm kıtalar içinde en insani olanıdır. Başka her yerden daha çok insan burada yaşamaktadır. Bazı alanlar hemen hemen boşken, toprağın iyi olduğu yerlerde insanlar toplanmıştır.

Hemen tamamen kuzey yarıkürede yer alan Asya, kuzeyden Arktik Okyanus (Kuzey Buz Denizi), doğudan Bering Boğazı ve Pasifik Okyanusu (Büyük Okyanus), güneyden Hint Okyanusu ve güneybatıdan da Kızıldeniz ve Akdeniz ile çevrelenmiştir. Batıda Avrupa kıtasıyla arasında kabul edilmiş sınır Ural Dağları, onun devamı olarak Hazar Denizi’ne kadar Ural Nehriyle sürmekte ve Karadeniz’e kadar da sınırı Kafkas Dağları tamamlamaktadır. Kıtanın kara kısmı güneyde Malay Yarımada’sından kuzeyde Sibirya’da Çelyuşkin Burnu’na; en batıda kuzeybatı Türkiye’de Baba Burnu’ndan en doğuda kuzeydoğu Sibirya’da Dezhnev (Dejnef) Burnu’na kadar uzanmaktadır.

Yeryüzünün en alçak (Ölü Deniz) ve en yüksek noktaları (Everest Dağı)da Asya’dadır. Anakaranın güneydoğusu bir dizi adalar ve takımadalarla çevrilidir. Bunlar arasında Endonezya ve Filipinler (içlerinde Sumatra, Cava, Celebes, Borneo ve Yeni Gine gibi büyük adalar da yer alır) gibi büyük ülkelerin üzerinde yer aldığı adalar başta gelir. Kuzeye doğru Tayvan, Japon adaları ve Sahalin uzanır. Sri Lanka ve Maldivler gibi küçük ada grupları ile Andaman ve Nicobar adaları da Hint Okyanusu’nda yer alırlar.
2.1. Yüzey Şekilleri

Asya, ana çizgileriyle, bazı büyük fiziksel birimlerden oluşmuştur:

Değişik yükseltilerle büyük bir platolar üçgeni vardır ve kıtanın merkezini kaplayan dev sıradağlarla bu üçgen desteklenmiştir. Hindistan’ın kuzeybatısındaki Pamir düğümü üçgenin batı ucunu şekillendirir; kuzey ucu kıtanın kuzeydoğusunda yer alır; güneydoğu ucu da Çin’in iç kesimlerine denk düşer.
İkinci platolar-yaylalar dizisi Pamir düğümünden Afganistan, İran ve Anadolu’ya varır. Bu iki plato serisi Asya’nın kuzeybatısını güney ve doğusundan tamamen ayırır.
Bir başka alçak büyük üçgen merkezi dağlık üçgenin kuzeyine doğru Asya’yı kaplar ve Sibirya’nın büyük kısmını meydana getirir.
Asya’nın doğusu bir dizi alçak alanla işgal edilmiştir; burası dağların kollarıyla ayrılmış ve dışarıdan uzun ve komplike kıvrımlı dağ serileriyle çevrilmiştir.
Asya’nın güneyinde üç büyük plato –Arabistan, Hindistan Yarımadası ve Hindiçini- ana merkezi üçgenden bir dizi akarsu ovasıyla –Fırat-Dicle, İndus-Ganj-Brahmaputra ve İrravadi– ayrılmış olarak yer almaktadır.

Asya kıtasının iç kesimleri dağlar, platolar/yaylalar ve araya giren havzalardan oluşur. Yüksek çekirdek kesim kıtanın bir bakıma geometrik merkezi denilebilecek merkezinin biraz güneyine doğru yer almıştır ve Himalayalar ile bağlantılı sıradağlar ve Tibet Platosu’ndanoluşur. Bu merkezi çekirdek bölgenin etrafında bazı büyük havzalar ve nehirlerin etrafındaki ovalar (Fırat-Dicle, İndus-Ganj-Brahmaputra ve Irravadi gibi) ile dört büyük plato bölgesi yer alır: Sibirya, Doğu Çin, Güney Hindistan ve Arap Yarımadası.

Asya’nın merkezi kesimi dağlarla desteklenmiş, kuzey ve güneyden geniş ovalarla çevrilmiş bir dizi büyük ve çok yüksek platolardan oluşur. Gerçekten de, Asya, kalbini dağların oluşturduğu bir kıtadır. Büyük dağ sıraları Tibet yaylalarından yelpaze gibi dışarıya açılırlar ve güneyden kuzeye ya da doğudan batıya iletişimi engellerler. Düz yerler çok sınırlıdır ve bunların da çoğu ya çok soğuk ya da çok kurak olduklarında tarımsal faaliyete olanak sağlamazlar. Asya, dağlık çekirdek kesimi ve dışarıya açılan sıradağlarıyla kıtalar arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ege Denizi ile Çin Denizi arasında hiçbir yere Asya’nın ne güneyi ne de kuzeyinden arızalı dağları geçmeksizin varılamaz. Çoğu geçitler yükselti bakımından 1.000-2.000 m’den aşağıda değildir. Kompleks dağ sıraları çeşitli kıyı alçak alanlarını yalıtmış ve kıtayı parçalara ayırmıştır. Asya’da fiziksel bütünlük çok azdır.

Orta Asya’nın yüksek yaylaları kıta yüzeyinin beşte birden fazlasını kaplarlar. Asya’nın iç kesimini, bir dizi yükseltileri eşit olmayan platolardan oluştuğu için bir “plato” olarak anmak pek doğru değildir. Platolar genel seviyenin üzerinde yükselen sıradağlara sahiptirler ve bazı yerlerde devleşen yüksek kenar sıradağları da yer almaktadır. Ama plato yüzeylerindeki depresyonlar ender olarak alçak düzlüklerin seviyesine inerler; genelde en alçak yerlerde bile deniz seviyesinden 600-900 m yüksektedirler. Dağ sıraları, her ne kadar mutlak yükseltilere erişmeye çalışıyorlarsa da, hâlâ oldukça alçak, platonun yükseltisinden ancak 30 cm kadar yüksektirler. Kuzeybatı sınırlarında birkaç geniş çukur plato kütlesini tıpkı dev demiryolu güzergâhı açar gibi kesmişlerdir. Orta Asya’nın plato bölgelerinin kıvrımlı dağların verdiği gibi manzara çeşitliliği sunmadıkları şu sözlerle ifade edilir: “Değişmez monotonluk –yer şekillerinin, iklimin, flora ve faunanın monotonluğu- muazzam mesafelerde uzanan platoların ayırt edici özelliğidir. Binlerce kilometrelerce yolculuk yapanlar aynı geniş ve açık vadileri, aynı çetin iklim koşullarını, aynı bitki ve hayvan türlerini, aynı tarıma uygunsuzluğu görürler”.

Plato üçgeni bir bütün olarak alınırsa, birbirini izleyen dağ sıralarıyla çevrildiği ya da sarıldığı görülür. Güneyde Himalaya Sıraları güneybatı köşede Pamir Düğümü ya da Pamir Platosu’nu biçimlendirerek uzanır. Kuzeybatı sınırı boyunca platonun genelde kenarlarına yanal olarak bakan Tienşan, Altay, Sayan, Barguzin, Kuzey Muya ve Konam Dağları yer alır. Doğu ve güneydoğu sınırları boyunca da kuzeybatıya doğru Stanovoi Dağlarına geçişi sağlayan Büyük Kingan Dağları uzanmaktadır. Güneydoğuda ise yapı karmaşık ve engelleyicidir.

Orta Asya platoları birinden diğerine geçerken sönüp gitmezler ama genellikle iyice belirginleşmiş dağ sıralarıyla birbirlerinden ayrılmışlardır. Birbirinden kesilerek ayrılmış bir dizi alçak havzaları oluştururlar. Bu yüzden de dağların düzenini incelemede ilk sırayı ayrı ayrı platolara vermek gerekir. Asya’nın fizyografik sistemi Pamir Platosu’ndaya da Pamir Düğümü’nde odaklanmıştır; burası Hindistan, Çin, Tacikistan, Pakistan, Afganistan’ın birleşme sınırında yer almış, Dünyanın Damı diye bilinen yüksek bir platodur. Pamir’de bazı zirveler 6,100 m’nin üzerinde uzanırlar. Bu büyük düğümden dev dağ sıraları şu şekilde ayrılırlar:

Himalayalar, Hindistan’ın kuzeyi ve Çin’e doğru büyük bir kavis yaparlar. Batı Çin’in yüksek yaylaları boyunca devam eden bu kıvrımlardır; Hindistan ile Myanmar arasındaki büyük sıraları da meydana getirmişlerdir. Bu ikinci hat Andaman ve Nikobar Adaları, Sumatra ve Cava’da ve Doğu Hint Adaları’nın dağlarında da genelde devam eder. Everest, K2 vb. gibi 8.000 m’nin üzerindeki çok yüksek zirveler Himalayalarda yer almıştır.
Pamir’den doğu ve kuzeydoğuya uzanırken dağlar Karakurum Dağları adını alırlar. Bunun uzantısı Kunlun Dağları (Karanlık Dağlar) olurken, bir kolu da Altın Şan’dır (Altın Dağ). Bu dağ hatları daha doğuya doğru alçalarak devam ederler ve kuzey ve güney Çin’i birbirinden ayırırlar.
Himalaya sistemi ile Karakurum-Kunlun sıradağları arasında ortalama yükseltisi 4,570 m olan Tibet Platosu uzanır. Pamir’den kuzeydoğuya uzantı Tiyenşanlarya da Tian Dağlarıdır (Tanrı Dağları; zirveler 6,100 m’nin üzerinde) Dış Moğolistan’a yaklaşırken irtifa kaybederler.
Daha küçük olan Trans-Alay, Alay ve Hisar grubu Türkistan’ın ovalarında son bulur.
Kuzeydoğuya doğru Altay Dağları Moğolistan’ın içlerine doğru uzanırken irtifa kaybeder.
Batıya doğru Hindu Kuş uzanır ve İran’ın kuzeyi boyunca Elbruz Dağları olarak devam eder. Elbruz’un devamı Hazar ve Karadeniz arasında kalan Kafkaslardır; onun da uzantısı Türkiye’nin kuzeyindeki Kuzey Anadolu Dağlarıdır.
Süleyman Dağları, güneyde Seistan-İran sıradağları ve Kirthar Tepelerini biçimlendirecek; sonra Zagros sistemini oluşturacak şekilde ve daha sonra da Küçük Asya’nın güneyi boyunca Toros sıraları olarak devam eder.

Yukarıda sıraladığımız dört dev plato bölgesi (Sibirya, Doğu Çin, Güney Hindistan, Arabistan) dışında bu sıradağlar arasındaki havzalar da yaylalar-platolar olarak kabul edilebilirler. Sayıları oldukça çok olan bu platoların en önemlileri şunlardır:

Tibet Platosu hepsinin en yükseğidir ve güneyde Karakurum ile kuzeyde Kunlun arasında uzanır;
Çaydam Havzası güneyde Kunlun’un ana kolu ile kuzeyde Altın Dağ arasında uzanır ve en derinidir;
Tarım Havzası son derece iyi tanımlanmış bir havzadır; güneyde Kunlun ve Altın Dağ ile kuzeyde Tiyenşan arasında uzanır; orta enlemlerin en büyük çöllerinden birisi olan Taklamakan burada yer alır;
Çungarya Havzası güneyde Tienşan ile kuzeyde Altay arasında yer alır;
Gobi Platosu ve Ordos Havzası yukarıdaki üç havzanın kuzeydoğusunda kalır;
İran platosu;
Anadolu platosu; bu son ikisi Pamir Düğümü’nden oldukça uzakta yer alırlar.

2.2. Akarsular

Asya’da hemen tüm nehirler büyük, dağ sıralarını ihmal etmişlerdir ve kaynaklarının birbirinden çok da önemli olmayan engellerle ayrıldığı merkezi platolarda yükselirler. Bölge başlıca dört drenaj alanına ayrılır:

Arktik,
Pasifik,
Hint Okyanusu ile
Kara içi drenaj alanları.

Arktik Okyanusa dökülenlerin –Ob, Yenisey ve Lena- merkezi komplekste yer alan dağlar arasında kısa fakat yüksek kaynakları ve ovalarda da çok uzun yatakları bulunmaktadır. Ağızları ve yatağın aşağı kesimleri kış ayları boyunca donmuş durumdadır; yatağın orta kesimleri ağız kesiminde daha buzlar erimeden önce çözüldükleri için ilkbaharda geniş açık ovalar çok büyük sellere maruz kalırlar. Pasifik Okyanusu’na dökülen nehirlerin yatakları plato üzerinde çok daha uzundur ve okyanusa varmadan önce sık sık bir dizi havalar arasından geçerler –tıpkı Yangçe gibi. BaşlıcalarıAmur, HuangHo, Yangçe, Si Kiyang ve Mekong’dur. Birkaçı son derece önemli-değerli ulaşım yolları halindedir ama hepsinde basamaklar bulunur.

Hint Okyanusu’na dökülen büyük nehirler dağların ilk basamaklarına kadar yükselirler; hepsi karlarla beslenmişlerdir ve yazın sellere, su baskınlarına yol açarlar. Tüm kurak bölgelerde sulama için en önemli kaynak bu nehirlerdir. Bunlar arasında da Salween, İrrawaddy, Brahmaputra, Ganj, İndus, Dicle ve Fırat başta gelirler.

2.3. İklim Koşulları

Asya’da iklim koşullarını belirlemede kontrol gücüne sahip iki özellik bulunmaktadır: Birincisi büyüklüğüdür; ikincisi de büyük merkezi yüksek plato çekirdek alanı ile bunları destekleyen büyük dağ sıralarıdır.

Asya’nın merkezi kesimi en yakın deniz kıyısından 2.400 km uzaklıktadır; bu da ekstremkıtasallık koşullarını tek başına açıklamakta ve herhangi bir durumda yaz ve kış koşullarında büyük farklılıklar doğurabilmektedir. Asya’nın merkezi platoları okyanus etkisinin iç kesimlere geçmesini engelleyen sıradağlarla çevrelenmiştir; platolar ve sıradağların, Anadolu’dan başlayarak kıtanın en kuzeydoğusuna kadar hiç ara vermeksizin daha da çok tekrarlaması atmosferin alt tabakalarında pratikte geçilmesi olanaksız bir duvar yaratır. Sonuç olarak, kışlar iç kesimlerde bu merkezi engelin kuzeyindeki ovalarda aşırı derecede soğuk geçerken, dünyanın “soğuk kutbu” (en soğuk yeri) Sibirya’nın kuzeydoğusunda uzanır. Bunun tersine, Hindistan ovaları Arktik etkilere tamamen kapalıdır ve yazları dünyada kaydedilen en yüksek sıcaklıklardan bazıları kuzey Hindistan’da meydana gelir. Bu yüzden de, Asya’nın iklim koşullarını yapısal özelliklerinden ayrı tutmak olanaksızdır. Asya’nın iklim koşullarında üç temel eleman kışın dışarı doğru esen kurak rüzgârlar, yazın içeri doğru esen nemli rüzgârlar ve de topografyanın kontrol edici etkisidir.

Kış koşulları: Kuzey Yarıküresi’nde kış aylarında Asya’nın merkezi ve kuzeyi aşırı derecede soğur. Kuzey ovaları, okyanusun –özellikle Avrupa’da koşulları yumuşatan Kuzey Atlantik’in- yumuşatıcı etkisinden çok uzaktır. Aynı zamanda Hint ve Pasifik Okyanuslarının da ılımanlaştırıcı etkisinden dağ engelleriyle ayrılırken, dondurucu Kuzey Kutbu’nun etkilerine çok açık durumdadır. Kışın tümüyle Orta ve Kuzey Asya, doğal olarak bir yüksek basınç bölgesi meydana getiren, büyük-geniş bir soğuk, yoğun hava yastığıyla örtülmüş durumdadır. Bu yoğun hava kışın tüm yönlerde dışarı doğru eserek Orta Asya’dan soğuk ve kurak rüzgârları etrafa dağıtır; rüzgârlar aynı zamanda güçlü ve sürekli bir hâl alır. Bu, Kuzey Çin’deki durumdur. Güneyde Himalayalar’ın oluşturduğu dağ engeli bu rüzgârların ilerleyişini durdurmaya yeterlidir. Bu yüzden de Hindistan’a varamazlar.

Kışın esen bu rüzgârların kurak olacağı açıktır; bunlar ancak bir su kütlesi üzerinden geçtiklerinde nem toplayabilecek ve yağış getireceklerdir. Tıpkı Japonya, Orta ve Güney Çin, Hindiçini kıyıları, Filipinler ve Sri Lanka’da olduğu gibi. Diğer yerlerde ise yılın yarısında, kışın yağışsız olduğu söylenebilir. Asya’nın kış mevsimindeki genel yağışsızlığına beş istisna vardır:

Kuzeybatı Sibirya’daki, batı rüzgârları kuşağındaki siklonların getirdiği kar yağışı (yeterli yoğunlukta değildir);
Anadolu, Güneybatı Asya, İran, Belucistan, Afganistan ve Kuzeybatı Hindistan’daki batı rüzgârları kuşağının güney kolundaki siklonların getirdiği yağmurlar;
Bengal Körfezi’ni geçen “Kuzeydoğu muson”unun Sri Lanka’ya getirdiği yağmurlar;
Ekvatoral Kuşakta uzanan Doğu Hint Adaları’ndaki yağışlar;
Kış rüzgârlarının normal karakterini etkileyen okyanusal etki yüzünden belirli bazı doğu-batı güzergâhlarında meydana gelen yağışlar.

Yaz Koşulları: Yaz ayları yaklaştıkça, kara hızla ısınır; yalnızca kışın büyük yüksek basınç sistemi tamamen ortadan kalkmakla kalmaz, aynı zamanda da ardı ardına gelen alçak basınç alanlarıyla yer değiştirir. Yüksek basınçtan alçak olana geçiş süreci yavaş yavaş ama ilerleyen bir şekilde gerçekleşir. Dışarı doğru esen rüzgârlar giderek daha zayıflar; bu zayıf esintilerin yavaş yavaş güçlü yaz musonları hâline geçmesi beklenebilir. Bununla birlikte, her zaman bu olağan değildir. Denge birden bozulur ve muson patlar, tüm şiddetiyle esmeye başlar. Bu da özellikle Hindistan ve Bangladeş için geçerlidir. Alçak basınç merkezlerine doğru esen rüzgârlar güç ve düzenlilik bakımından büyük farklılıklar gösterirler. Hindistan’da çok güçlü ve kalıcı gözükürler. Çin ve Japonya üzerinde ise daha zayıftırlar. Böylece de Hindistan’da kış musonu hafif geçerken, yaz musonu güçlü olmakta; Çin’de ise kış musonu güçlüyken, yaz musonu buna kıyasla çok zayıf kalmaktadır.

Ama tüm durumlarda içeri doğru esen rüzgârlar okyanustan gelir; nem yüklüdürler ve yaz ayları pratikte tüm Asya’da yağışlı geçer. Yağışın miktarını ise orografi belirler: Merkezi platonun dağ engelleri Asya’nın merkezinde herhangi bir yeri çok yoğun yağış almaktan alıkoyar. Asya’nın yalnızca tek bir kısmında yazlar normal olarak yağışsız geçer: Güney Arabistan dışında Belucistan ve Afganistan’a kadar uzanan Güneybatı Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’nın Akdeniz bölgesinin uzantısı olarak kışın yağış alır.

Asya’nın devasa genişliği düşünüldüğünde, çok sayıda iklim tipi ayırt edilebilmektedir:

Ekvatoral iklim; Adının da çağrıştırdığı gibi, Ekvator’un her iki yanında, normal olarak 50 kuzey ve 50 güney enlemleri arasında uzanır. Bu yüzden de Doğu Hint Adaları, Malaya ve değişmiş bir şekilde de Sri Lanka’da görülür. Bu iklim tipinde tüm yıl boyunca sıcaklıklar yüksektir, gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farklılıkları da azdır. Ekvatoral bölgeler dünyanın en sıcak bölgeleri olarak bilinmekle birlikte, gerçekten çok yüksek sıcaklıklara (380C’den yüksek) buralarda rastlanmaz ve özellikle öğleden sonraları gök gürültülü ve kısa süreli sağanak yağışlar görülür. Nispi nem çok yüksektir, yıl boyunca ortalama % 80’in üzerindedir.
Tropikal Muson İklimi; esas olarak tropiklerde egemendir. Tipik muson bölgeleri Hindistan, Bangladeş, Hindiçini ve güney Çin’dir. Japonya da sık sık muson ülkesi olarak anılır; yağışlar benzer nedenlerden meydana gelir ama Tropiklerden uzakta yer alır ve açıkça belirgin soğuk bir kış mevsimi geçirir, bu yüzden de tropikal muson ülkelerinden ayrı tutulması gerekir. Bu ülkelerde genelde üç mevsim ayırmak alışılagelmiştir:
Kasımdan yaklaşık Şubat sonuna kadar çok az yağışın olduğu serin mevsim;
Şubattan Haziran ortasına kadar yine yağışsız geçen sıcak mevsim;
Haziran ortalarından Ekim sonuna kadar yağmurun atmosferi serinlettiği ve sıcaklıkların genelde azaldığı yağışlı mevsim. Muson ülkelerinde yağışlar büyük ölçüde rölyefle ilişkilidir. Muson, kıyıya yakın kesimlerde dağlarla temasa geldiğinde yükselmeye zorlanır ve sonuçta meydana gelen yağış çok yoğun olur. Yıllık ortalama yağışlar 5.000 mm’nin üzerindedir ve bu tür istasyonlar dünyanın en yağışlı yerleri olarak kabul edilirler.
Çin Tipi İklim (ya da Ilıman Orta Kuşak Doğu Kıyısı İklim Tipi); Orta ve Kuzey Çin’de yer alır. Bu iki kesim de Asya’nın büyük muson bölgesinin içinde kalırlar ama soğuk kış mevsimleriyle Hindistan ve Güney Çin’in Tropikal Muson ikliminden ayrılırlar. Yağış, Hindistan’daki gibi, yazın Asya’nın iç kesimlerinde alçak basınç merkezleri gelişmesi yüzündendir. Çin kış yağışların üç alt-tipi ayırt edilebilmektedir:
Merkezi Çin (Şanghay ve Hankow örnektir);
Kuzey Çin (örnek Beijing);
Japonya’nın takımada konumunun değişime uğrattığı Japon tipi.
Mançurya İklim Tipi (ya da Soğuk Orta Kuşak Doğu Kıyısı İklim Tipi); Mançurya ve Amur ile Kuzey Çin’in neredeyse tümünü ilgilendirir. Sıcaklık değişimleri çok fazladır; kışlar uzun ve şiddetli geçer. Musonal etki hâlâ yağış rejiminde hissedilebilir.
Sıcak Çöl İklimi, Güneybatı Asya’nın Yengeç Dönencesi etrafındaki geniş alanlarda bulunur. Bu bölgeler suptropikal yüksek basınç kuşakları boyunca yer alırlar. Hem gece ile gündüz hem de sıcak ve soğuk mevsimler arasında büyük zıtlıklar vardır. Yaz sıcaklıklarını düşürecek yağış çok azdır ya da hiç yoktur; sıcak çöllerin yükseltileri de az olduğundan sıcaklıklar yükselti vasıtasıyla da azalmazlar. Bunun sonucunda da dünyadaki en yüksek sıcaklıkların bazıları bu tipte kaydedilmiştir (örneğin İndüs Vadisinin en kurak kesimlerinde)
Orta Kuşak İklimi (ya da Orta Enlemler Çöl İklimi); Asya’nın yüksek dağlarının iklimidir. Bu tür çöller uzun bir mesafeyle ve de dağlık engellerle denizlerden ayrılmıştır. Sıcaklıklardaki büyük değişimler ve çok düşük yağışlar ortak özellikleridir. Yağış azlığı, Akdeniz ülkelerine komşu olan İran dışındaki bölgelerde çok yaygındır. Bu genel özelliklere rağmen, en az dört alt-tip ayırt edilmektedir:
Tibet tipi -en yüksek platolarda bulunur (Keşmir’deki Leh gibi);
İran tipi -kış yağış rejimiyle İran ve Afganistan’ın kapalı platolarında bulunur (örneğin İran’da Tahran);
Gobi tipi -daha alçak platolarda ve Tibet’in kuzeyindeki havzalarda bulunur (örneğin Kamgar, Gobi Çölü’nde Urga, Tarım Havzası’nda Lukçun);
Türkistan ya da Turan tipi -Sibirya’nın güneybatısında alçak alanlarda, Turan Havzası’nda bulunur; çok kurak bir step türüdür (örnek: Petro-Alexandrovsk).
Akdeniz İklimi; Anadolu ve Suriye kıyıları boyunca gözlenir; değişmiş olarak biraz daha içerilere girdiği yerler vardır. Yazın bu bölgeler sıcak ve kurak iken subtropikal yüksek basınç kuşağının etkisi altındadır. Kışın ise Batı rüzgârları kuşağının etkisine girer ve nemli yumuşak bir mevsim geçirir. Başka sözcüklerle bu, deyim yerindeyse, “Kış Yağmuru İklimi”dir.
Orta Kuşak Kıtasal İklim (ya da orta enlem step tipi); Batı Sibirya’nın geniş ve açık steplerinde görülür; biraz değişmiş olarak da Moğolistan steplerinde devam eder. Bu iklim tipi denizden uzak olan ve bu yüzden de oldukça ekstrem sıcaklıkların sıkıntısını çeken büyük kara kütlelerinin iç kesimlerinin karakteristik iklim tipidir. Kışlar çok uzun ve şiddetli geçerken, yazlar kısa fakat sıcak-ılıktır. Tipik bölgelerde yağış 25-75 cm arasındadır ve hemen tümüyle ilk ve sonbaharda düşer. Kış yağışları ise kar şeklindedir.
Soğuk Orta Kuşak İklimi (ya da kuzey konifer ormanları tipi); Asya’nın kuzeyindeki geniş alçak alanlar boyunca bir kuşak hâlinde bulunur. Ortalama sıcaklık düşüktür ve büyük bir kesimde zaten az olan yağış kar şeklindedir. Doğal bitki örtüsü her tarafta her zaman yeşil konifer tipidir. Çok önemli olan bir özellik çok kısa olan kış günleri ile çok uzun olan yaz günleri arasındaki farktır; Kuzey Asya’nın ortalarında 350’lik bir fark görülür. Genellikle kısa ama şaşırtıcı biçimde ılık bir yaz mevsimi vardır (en sıcak dönem 200C’ye yaklaşır). Buharlaşmanın az olması ve kışın yağışın kar şeklinde toprağı örtmesi sayesinde, ilkbahar geldiğinde karın eridiğinde çok azının kaybolmasıyla 250 mm gibi düşük yağışlara rağmen ağaç büyüyebilmektedir.
Arktik Çöl İklimi (ya da Tundra iklimi); Asya’nın kuzey kıyıları boyunca görülür. Kuzey Kutup Dairesi’nin ötesinde kışlar çok uzun ve çok soğuktur –güneşin hiç görünmediği bazı günler de vardır- ve yazlar da çok kısa ve sıcaktır. Sıcaklık ve yağışlar konifer ormanlar kuşağının kuzeyiyle kıyaslanabilir durumdadır ama yaz sıcaklıkları daha düşüktür. Tarım, toprak yılın dörtte üçünde donmuş olduğu için, olanaksızdır.

2.4. Bitki Örtüsü

Bu kadar geniş bir kıtada her büyük iklim bölümünün kendine özgü egemen bitki türleri vardır. Bu bölünümlerde alçak alanların bitki örtüsünün en önemli belirleyicisi yağış olurken, yerel çeşitlilikleri kendisi de büyük ölçüde klimatik koşulların bir ürünü olan toprak belirlemektedir. Buna göre, Asya’da bitki örtüsünün dağılışı ve başlıca özellikleri bakımından şu bölgeler ayırt edilmektedir:

Ekvatoral Bölgeler: Yüksek, her zaman yeşil sert tahtalı türlerden oluşan yüksek bir bitki örtüsü vardır. Orman, toprağın elverişli olmadığı, tepelik alanların araya girdiği ya da bambu, çayır ya da başka otsu bitkilerin ormanlara karşı zafer kazandığı -insan eyleminin sonucu olarak tabi- yerler dışında, deniz kıyısından başlayıp dağların zirvelerine kadar çıkar. Ormanda katlar yoğundur ama ışık orman altına kolaylıkla sızabilir; bu yüzden de alt katlarda ağaçlar, bambular ve kamışlar rahatlıkla yetişebilir. Büyük ağaçlar hemen tümüyle sert tahtalılardır; uzun, kolları az, sık sık 60-80 m’yi aşan boylardadır. Fakat çok görkemli değillerdir. Bir hektar başına ormanda tek türlerin bir ya da iki örneğine rastlanır ve bu durum da ormanların ticari işletimlerini zorlaştırır. Özellikle Güneydoğu Asya’da doğal düzende ormanlar çok büyük oran tutar; bu bölgede orkide ve eğrelti otları ağaçların tepelerine kadar büyürler.

Bölgede iki karakteristik bitki örtüsü daha kayda değerdir: Mangrov bataklıkları kıyı ve deltalarda gelgit hattı içinde yer alırlar ve 5-10 m’ye kadar çıkabilen ağaçları içerirler. Bazıları çok önemli ağaç türleri de barındırırlar -bazıları da 35 m’nin üzerindedir (Burma’nın Kanazo ormanları gibi). Diğer bitki örtüsü de kumsallarda yer alandır; ince birer şerit hâlinde Casuarina ağaçlarına sık rastlanır ama hindistan cevizi o kadar güçlü bir kök salmıştır ki artık “doğal” bitki örtüsü olarak kabul edilecektir.

Muson bölgeleri: Muson bölgelerinin doğal bitki örtüsü ormandır. Yağışın 1000-2000 mm arasında olduğu yerlerde toprak ve yeraltı su kaynakları bakımından uygun olan yerlerde tipik “muson ormanları” görülür. Bunlar yayvan yapraklı, sıcak mevsimde yapraklarını döken ve yağışlı mevsimle birlikte tekrar yapraklanan türlerdir. Muson ormanlarının çoğunda çok sayıda tür vardır ve tek bir türün egemenliğine az rastlanır. Bununla birlikte, türlerin sayısı ekvatoral ormanlardaki kadar çok değildir. Başta “teak” ve sal ağaçları olmak üzere odun elde edilen diğer ağaçların da yuvası olan muson ormanları, ekonomik bakımdan ekvatoral ormanlardan çok daha fazla önem taşırlar. Muson ormanları daha açıktır; sık sık yoğun bir orman-altına, özellikle de bambuya ve daha kurak ot türlerine rastlanmaktadır. Yaprak dökümü kurak, sıcak mevsimde meydana gelir.

Yağışların 1000 ya da 750 mm’nin altına düştüğü yerlerde, genelde, yağış ormanların büyümesi için yeterli değildir. Bunların yerini önce koruluklar -en sık rastlananı akasyadır- alır, kuraklık arttıkça ağaçların boyutları küçülür, ta ki çalılık hâline dönüşünceye kadar. Yağışların 350 mm’nin altına düştüğü yerlerde ise yarı-çöle yaklaşan koşullar söz konusudur, Euphorbia gibi su tutan bitkiler önem kazanır.

Muson bölgelerinde (ekvatoral bölgelerde olduğu gibi) gelgit ya da mangrove ormanlarına ve Casuarina gibi kumsalı çevreleyenlere de rastlanır. Ayrıca büyük akarsuların iki taraflarında uzanan riparian ormanlar da karakteristiktir. Muson alanlarındaki dağ ormanları ise iki kategoriye ayrılabilir:
her zaman yeşil, yayvan yapraklı, meşenin (Quercus) çeşitli türlerinin önem taşıdığı ormanlar,
çam, sedir, ladin ve köknar gibi türleriyle konifer ormanlar.

Çin ve Japonya’nın Orta Kuşak Muson Bölgeleri (Doğu Asya iklimi): Çin’in doğal bitki örtüsüne geniş çerçevede bakılırsa, bunu orta iklim bitki örtüsü olarak tanımlamak mümkündür, Fakat ormanların ortadan kaldırılması öylesine ölçeklere varmıştır ki ormanlar artık üç ana bölgede kalmıştır: Nanşan ya da Nanling Sıradağları, Tsinling Sıradağları ve Batı Yaylalar bölgesi. Ormanın genel karakteri yayvan yapraklı, genelde daima yeşil ağaçların koniferlerle karışmış durumudur –özellikle yükseklerde. Geniş bambu alanları da vardır; Çin’in çok yaygın ulusal ağacı ise T’ung ya da odun-yağı ağacıdır (Aleuritescordata). Diğer karakteristik ağaç ise Varnishtree’dir (Rhusverniciferacila ağacı).

Japonya’da, ülkenin güneyi koniferlerle karışık yayvan yapraklı, daima yeşil sert tahtalı ılıman orta kuşak ormanlarıyla kaplıdır; daha kuzeyde koniferler ve yapraklarını döken sert tahtalılar egemendir.

Mançurya Bölgesi: Mançurya’nın dağlık kesimlerinin büyük kısmını içine alır ve Rusya’nın komşu alanlarına kadar uzanır. Bölge, konifer ve sert tahtalı ormanlara sahiptir. Koniferler arasında lâdin, gümüş köknar, kızılçam ve şimal çamı vardır ama ekonomik olarak en değerlisi Mançurya çamıdır. Sert tahtalılar arasında ise meşe, yabani üvez, kızılağaç, kayın, gürgen ve başkaları vardır. Sibirya da, büyük kısmıyla, bu özelliklere sahiptir.

Çöl Bölgeleri: Doğal olarak Asya’nın sıcak ve orta iklim çöllerindeki bitki örtüsü türlerini tanımlamaya çalışmak olanaksızdır. Kısacası, bu kesimlerdeki bitki örtüsü hemen yanındaki bölgenin “doğa” tarafından tercih edilenlerini ihtiva eder. Ayırım ancak içinde gerçekten yaşam olmayan gerçek çöllerle (Tarım Havzası’nın orta kesimi ya da Güney Arabistan’ın Rub-ül-Hali Çölü gibi), bir miktar hayvan ve bitki yaşamını, özellikle de iyi yağış alınan yıllarda, destekleyen çöller arasında yapılabilir.

Akdeniz Bölgeleri: Akdeniz’in kurakçıl her zaman yeşil küçük ağaçlardan oluşan, sıcak yaz aylarında aşırı buharlaşmaya karşı donanımlı korulukları Güneybatı Asya’da iyi gelişmiştir. Zeytinin gri-yeşil koruyucu tüyleri de olan küçük yaprakları, portakalın mumlu yaprakları, üzüm bağının aşırı uzun kökleri Akdeniz koruluklarında değişim yaşandığı fikrini vermektedir. Kısa otlar ve çalılıklar geniş alanlar kaplar, buna karşılık çayırlar yoktur. Koniferlerde soğuktan korunmak amacıyla yaprak yüzeyi azdır, bu sıcak mevsimlerde aşırı derecede nem kaybını da engellemektedir; bu yüzden de konifer korulukları (özellikle oldukça küçük türler) Akdeniz bölgelerinde de görülmektedir.

Step Bölgeleri: Steplerin Asya’da tipik bir gelişme gösterdiği yer Sibirya’nın güneybatısıdır ve yine Moğolistan platosunun çöl ve yarı-çöllerini çevrelerken merkezi Mançurya’nın alçak kesimlerinde de yer alır. Tipik bitki örtüsü çok alçak otlar şeklindedir; ot örtüsü zaman zaman bitkisiz çıplak araziyle kesintiye uğrar. Step otlarının daha nemli bölgelerdekinden daha dar yaprakları vardır ve birçok tür kurak havalarda yuvarlaklaşan yapraklara sahiptir. Küçük yapraklı ağaçsı bitkiler ile otsu, yumrulu ve soğanlı bitkilere oldukça sık rastlanır. Güneybatı Sibirya’nın güneyine doğru steplerden yavaş yavaş step-çöle geçilir; kuzeye doğru da oldukça verimli konifer ormanlara yavaş bir geçişi sağlayan kuşak yer alır.

Soğuk Orta Kuşak Bölgeleri: Sibirya’nın soğuk orta kuşak kesimi konifer ormanlarla kaplıdır. Ana orman kuşağı Orta Asya dağları boyunca yer yer parmaklar hâlinde güneye sızar. Ekstrem iklim koşulları hızlı büyümeyi engeller; ağaçlar Kuzey Amerika’nın benzer koşullardaki kesimlerine göre daha küçük ve daha zayıftır.
Arktik Bölgeler: Asya’nın kuzey kenarında, göze çarpan son ağaçlardan itibaren, soğuk çöl ya da tundra egemen olur. Yalnızca birkaç küçük noktada söğüt ve bodur çalılar vardır; diğer yerlerde yosun ve likenlerin ve bodur kserofil bitkilerin egemenliği söz konusudur. Bazı yerlerde yosunlar egemenken, daha kurak yerlerde likenler ya yosun-tundra ya da liken-tundra hâlinde belirirler. Bataklık depresyonlar sayısızdır ve seyrek de olsa turba vardır; korunmalı ama güneş ışınlarına maruz noktalar çiçek bakımından zengindirler. Ama yazlar kısa ve çarpıcıdır; yılın büyük kısmında yer tümüyle donmuş durumdadır.

Uygulamalar

1) Öğrenci bu dersi Asya’nın fiziki haritası eşiliğinde okumalı ve metinde geçen morfolojik ünitelerin yerlerini bularak lokasyonlarını öğrenmelidir. Bu konuda, ilgili web sitelerine ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.
Bölüm Özeti

Dünyanın en büyük kıtası olan Asya doğudan Pasifik Okyanusu, kuzeyden Kuzey Buz Denizi, güneyden Hint Okyanusu ve batıdan da Avrupa kıtası ile çevrilidir. Fakat sınırlandırılması oldukça hassas bir konudur; bu konuda birçok araştırmacı farklı görüşler ileri sürmüştür. Özellikle batı, yani Avrupa kıtası ile olan sınırı kesin olarak tespit edilmiş değildir ve oldukça tartışmalıdır. Eskiden Asya ile Avrupa arasında sınır olarak Don Nehri kabul edilirdi; daha sonra Ural Dağları sınır olarak kabul edilmeye başlandı. Günümüzde Ural Dağları-Ural Nehri-Maniç Oluğu-Karadeniz-Boğazlar-Ege Denizi-Akdeniz-Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz üzerinden çekilecek bir hattın en doğru sınır olduğu savunulmaktadır.

Asya kıtası Afrika’dan Süveyş Kanalı-Kızıldeniz ve Babülmendep Boğazı’ndan geçen bir sınırla ayrılmaktadır. Okyanusya kıtası ile olan sınırı ise Avrupa ile olan sınırı gibi tartışmalıdır. Asya ile Okyanusya arasında bulunan irili ufaklı pek çok ada, bu sınırın belirlenmesinde sorun olmaktadır. Doğuda, kuzey-güney uzantılı sıradağların su üzerine çıkmış kısımları olarak kabul edilen adalar ve takımadaların oluşturduğu yaylar kıtayı kuşatmaktadır. Aleut, Kuril, Japon ve Bonin gibi derin deniz çukurluklarının doğu kenarından geçen bir çizginin batısındaki bölgenin, dolayısıyla burada yer alan ada ve takımadaların Asya anakarasına ait oldukları kabul edilmektedir. Okyanusya ile Asya kıtasının ayırımını ise, güneydoğuda, Sunda ve Arafura şelfleri arasından geçen bir hat belirlemektedir. Kıtayı güneyden Hint Okyanusu sınırlandırmaktadır; fakat Lakkadiv ve Maldiv mercan takımadaları Asya kıtasından sayılmaktadır. Asya kuzeyden Kuzey Buz Denizi ile sınırlıdır; kuzey doğuda, Amerika’dan, sığ bir deniz olan 100 km genişliğindeki Bering Boğazı vasıtası ile ayrılmaktadır.

Asya’nın biçimlenmesi, jeolojik yapısı ve tarihi tarafından belirlenmiştir. Kıta içinde bazı büyük yapısal birimler yer alır. Güneybatıda Arabistan ve Hindistan yarımadaları son derece değişmiş pre-Kambriyen eski kayaç kompleksine işaret ederler. Kuzey Avrasya benzer iki eski kayaç alanına sahiptir: birisi Baltık Denizi etrafındaki Fenno-Scandian Kalkanı; diğeri ise Baykal Gölü’nün kuzeydoğusunda Angaraland olarak bilinen bloktur. Başka böyle kütlesel alanlar Çin’de de yer almaktadır; tümü metamorfize olmuş eski kayaçlardan oluşmuştur. Bu dirençli bloklar arasında doğu-batı doğrultulu sıradağların birbirini izlediği görülür. Paleozoik ve Mesozoik dönemlerin büyük kısmı boyunca bunlar Tetis olarak bilinen Akdeniz’den daha uzun ve daha geniş büyük bir denizin yeri idi. Sedimentler bu jeosenklinalde birikti ve dağ oluşumuyla Mesozoikin bitimi ve özellikle de Senozoik devirde kayaçları sıkıştırdı ve deforme etti. Himalayalar bu tür sıradağlardan birisini oluşturmaktadır ve dünyadaki en genç dağlardan birisidir. Benzer dağlar Türkiye’den Japonya’ya kadar uzanır. Dağlar gerçekten de Asya’nın kalbini oluşturmaktadır. Büyük dağ sıraları Tibet yaylalarından yelpaze gibi dışarıya açılırlar ve güneyden kuzeye ya da doğudan batıya iletişimi bloke ederler. Asya kıtasının coğrafi konumu, güneyde ekvator bölgesinden kuzeyde kutup bölgesine kadar uzanan geniş toprakları, yüzey şekillerinin uzanışı, denizlere olan uzaklık ya da yakınlık gibi coğrafi faktörlerin etkisiyle iklim koşulları ve bitki örtüsü de büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Tarihin çok eski devirlerinden beri süregelen beşerî müdahalelerin de doğal görünümün değişmesinde önemli rol oynadığını belirtmek gerekir.

ASYA’NIN BÖLGELERİ

Asya, dev büyüklüğü ve farklı karakteri yüzünden, çok kabaca beş büyük bölgeye ayrılmaktadır: Eski Sovyetler Birliği, şimdiki Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası olarak anılan bölge; Doğu Asya; Güneydoğu Asya; Güney Asya; Orta Doğu (Güneybatı Asya). İlerleyen sınıflarda bu bölgelerin her biri (fiziki ve beşerî özelikleri açısından) ayrıntılı olarak ele alınacağı için, genel özellikleri ile tanıtılmaya çalışılacaktır.

Asya, dev büyüklüğü ve farklı karakteri yüzünden, çok kabaca beş büyük bölgeye ayrılmaktadır:

Rusya Federasyonu, Orta Asya ve Kafkasları içine alan eski Sovyetler Birliği, şimdiki Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası olarak anılan bölge;
Çin, Tibet, Moğolistan, Kuzey ve Güney Kore ile Japonya’yı içine alan Doğu Asya;
Myanmar, Tayland, Kamboçya, Laos, Vietnam, Malezya, Singapur, Endonezya, Brunei ve Filipinler’i içine alan Güneydoğu Asya;
Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka, Nepal ve Bhutan’ı içeren Güney Asya;
Afganistan ile daha önce Orta Doğu olarak anılagelmiş –İran, Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Arap yarımadasındaki diğer ülkeler- ülkeleri içine alan Güneybatı Asya.

4.1. Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası

1917-1991 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin hâkimiyetinde kalan ancak 1991’de bağımsızlıklarını kazanmış olan ülkeler (Baltık ülkeleri ve Gürcistan dışındakiler), 8 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu’nun oluşturulması anlaşmasını imzaladılar; daha sonra (1993’de) Gürcistan’da topluluğa katıldı fakat 2009 yılında yeniden ayrıldı.

Rusya Federasyonu; 17.075.200 km2 yüzölçümü ile dünyanın ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun en büyük ülkesidir; dünyadaki kara kütlelerinin % 12’sini oluşturur. Bu dev boyutlardaki ülke, küçük bir prenslikten (Sibirya’ya, Orta Asya çöllerine ve Arktik Okyanus kıyılarına kadar uzanan) dev bir imparatorluğa dönüşmüştür. 1917 Devrimi ile birlikte Çarlık dönemi kapanmış, Komünistlerin zaferi ile sonuçlanan ayaklanmanın ardından devletin adı da değişmiş ve artık Sovyetler Birliği olarak anılmaya başlamıştır. Birlik onbeş ülkenin katılımı ile oluşmuş, Rusya da bu oluşum içindeki devletlerden biri konumuna gelmiştir. Fakat Sovyetler Birliği, özellikle 1985’den 1991’e kadar olan devrede yaşanan zorlu süreçten (bu süreç uluslararası literatüre iki Rusça kelimeyi -perestroyka/yeniden yapılanma ve glastnost/açıklık- kazandırmıştır) sonra, 1991 yılında parçalanmıştır.

Rusya Federasyonu’nda yerleşmeden dış politikaya kadar pek çok konuyu belirleyen temel unsurlardan birisi çevre koşullarıdır. Ülke topografik bakımdan oldukça sade bir görünüme sahiptir ve kabaca üç gruba ayrılabilir:

Düzlük alanlar ve ovalar; alçak tepeleri de içine alan bu alanlar Doğu Avrupa Ovası, Merkezi Rusya Ovası ve Batı Sibirya Ovası olmak üzere üç tanedir.
Platolar; başlıcalarını ülkenin kuzeyindeki Fenno-İskandinav Platosu, Onega Gölü’nden Ukrayna tepelerine kadar uzanan Merkezi Rusya Platosu, Yenisey ve Lena nehirleri arasında yer alan Orta Sibirya Platosu ve Baykal Gölü’nün güneydoğusunda yer alan Vitim Platosu oluşturur.
Dağlık Alanlar; Urallar, Kafkas, Altay-Sayan, Doğu ve Batı Sayan, Stanovoy, Sikhota-Alin, Verhoyansk, Çerski, Ohotsk-Çaun Dağları başlıcalarıdır. Dağ sıraları, ovaların karanın iç kısımlarına kadar uzandığı batı yarısına oranla, ülkenin doğu yarısında daha yoğundur.

Rusya’nın çevre koşulları ile ilgili olarak ilk akla gelen özelliklerinden biri “soğuk iklimi”dir. Çok geniş bir ülke olmasına rağmen, Karadeniz kıyıları ve uzak doğu bölgeleri dışında, iklim koşulları her yerinde büyük benzerlik gösterir: uzun ve şiddetli kışlar, kısa yetişme devresi, düşük ya da orta derecede yağış değerleri ve yaz ve kış arasındaki belirgin fark. İklim koşullarının belirlenmesinde iki özellik dikkat çeker: ülkenin Kuzey Kutbu’na yakın (topraklarının yarısından fazlası 600 kuzey enleminin kuzeyinde kalır) ve büyük kısmının denizden uzak konumu. Ülkedeki en şiddetli soğuklar Kuzey Buz Denizi kıyılarında değil, kış aylarında geniş kara kütlesinin denize oranla çok daha hızlı ısı kaybetmesi nedeniyle, daha güneyde ve kıta içinde görülmektedir. Yağışta ise büyük farklılıklar görülmektedir. En yüksek yağış değerlerine (600-800 mm), Atlas Okyanusu’ndan doğuya doğru hareket eden nemli hava kütleleri nedeniyle, Avrupa Rusyası’nın kuzeybatısında rastlanır. Ayrıca Kafkas Dağları’nın eteklerinde Karadeniz’e komşu dar subtropikal kuşak ile Büyük Okyanus kıyıları da nemlidir.

Rusya’daki toprak tiplerinin başlıcalarını tundra toprakları (Kuzey Buz Denizi çevresinde), podzolik topraklar (konifer ormanların bulunduğu alanlarda), çernozyomlar (otlu step formasyonunun bulunduğu alanlarda) ve kestane renkli topraklar (gerçek step alanlarında) oluşturur.

Rusya su kaynakları açısından zengindir; binlerce akarsuyun varlığı ülkeyi dünyanın en geniş su kaynaklarına sahip hâle getirmiştir. Akarsuların % 84’ü Urallar’ın doğusunda yer alırlar ve Kuzey Buz Denizi (başlıcalarıYenisey, Lena, İrtiş-Ob, Peçora, kuzey Dvina, Kolima ve İndigirka’dır) ile Büyük Okyanus’a (başlıcalarıAmur ve ana kollu Ussuri’dir) dökülürler. Hazar Denizi’ne dökülen Volga (birçok coğrafyacıya göre Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayırır), Azak Denizi’ne dökülen Don ile Rusya sınırından kuzeyde çıkarak Beyza Rusya ve Ukrayna’ya ulaşan Dinyeper diğer önemli akarsulardır. Rusya, özellikle kuzey ve kuzeybatı bölgeleri (özellikle Karelya kesimi) göller bakımından da zengindir. Bu bölgelerdeki göllerin büyük çoğunluğu buzul gölleridir ve başlıcalarınıLagoda, Onega, Peipus, Beloye, Topozero, Vyg ve İlmen oluşturur. Tektonik kökenli göllerin en büyükleri ise Baykal Gölü’dür.

Ülkenin doğal bitki örtüsünün dağılışı basit ve karakteristiktir. Ormanların kuzey sınırını sıcaklık, güney sınırını ise yağış ve nem koşulları çizer. Tundra (Kuzey Buz Denizi kıyılarında 50-450 km’lik bir kuşak boyunca ve Büyük Okyanus kıyısında oldukça dar bir alanda), konifer ormanları ya da tayga (batıda Finlandiya sınırından Büyük Okyanus kıyılarına kadar uzanan kuşakta, Sibirya’da, güney Urallar ve Kafkaslar üzerinde), karışık ve yayvan yapraklı ormanlar (daha çok Avrupa Rusyası’nda, Sibirya’nın güney kıyısı boyunca ve Çin sınırının güneydoğusunda), ağaçlı stepler (Avrupa Rusyası’nın kurak güney kısmında ve Batı Sibirya’da, Volga nehri boyunca) ve step formasyonu (Karadeniz’den ve Kuzey Kafkaslar’dan Altay Dağları’nın doğusuna kadar) geniş yayılış alanlarına sahiptirler.

Rusya Federasyonu 143.4 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkeleri arasındadır. Nüfusun % 57’si Avrupa kesiminde (Urallar dâhil), % 43’ü de Asya kesiminde yaşar. Bu eşitsiz dağılışta doğal koşulların büyük etkisi vardır. Ülke dünyanın yerleşilmiş en soğuk alanlarından birisini oluşturmaktadır. Toplam arazisinin 2/3’ünü oluşturan kuzeyde nüfusun 1/15’i yaşar. Buna karşılık en önemli şehirler, sanayi ve tarım alanları yoğun nüfuslu Avrupa Rusyası’nda, güney Sibirya’da ve uzak doğu bölgelerinde bulunmaktadır. Rusya çok uluslu bir ülkedir. En kalabalık grubu % 85.3’lük bir orana sahip olan Slavlar (Ruslar, Ukraynalılar, Beyaz Ruslar) oluşturur. Slavlar dışında (sayısız küçük grupla birlikte) üç büyük etnik grup bulunur: Altay grubu, Ural grubu ve Kafkas grubu. Rusya’nın yerleşme kalıbı büyük ölçüde şehirlerden oluşur. Nüfusun olduğu gibi şehirlerin de büyük kısmı Avrupa kesiminde toplanmıştır. Başkent Moskova, eski başkent St. Petersburg, Novosibirsk, NijnıyNovgorod, Yekaterinburg, Volgograd, Omsk, Çelyabinsk, Ufa ve Kazan 1 milyon ve üzerinde nüfusa sahip başlıca şehirlerdir.

Kapladığı alan bakımından dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya, çoğu ülkeye göre daha yeknesak bir yapı göstermesine rağmen, coğrafi özelliklerini belirleyecek beş bölge ayırt edilebilmektedir:

Çekirdek Rusya; Rusya’nın ”kalbi” olarak nitelendirilir; ülkenin geniş nüfus kitleleri, lider şehirleri (Moskova, St. Petersburg), önemli sanayi alanları, yoğun ulaşım ağı ve tarım bölgelerini içine alır.
Doğu Sınır; Büyük Sibirya kütlesinin güney kesimini oluşturur. Şiddetli, keskin bir kara iklimi hüküm sürer. Bölge tüm tarihi boyunca Avrupa Rusyası’nın hammadde ihtiyacını karşılamıştır.
Kuzey Sibirya; Geniş, soğuk, ıssız, sert koşulları olan bir bölgedir. Büyük bölümü boştur; yerleşmeler azdır. Az sayıdaki bu yerleşmeler (İgarka ve Norilsk gibi) Yenisey Nehri boyunca uzanır. 1700’lü yılların başlarına kadar sürgün yeri olarak kullanılmıştır.
Uzakdoğu; Rusya’nın merkezine en uzak bölgedir; ulaşım yalnızca Transsibirya demiryolu ve ona paralel tek bir karayoluyla karşılanır; Rusya’nın Büyük Okyanus’a ve Asya-Pasifik bölgesine açılan tek çıkış noktasıdır.
Kaliningrad; Baltık Denizi üzerinden Rusya’nın Atlas Okyanusu’na açılan ticaret ve balıkçılık bölgesidir.

ORTA ASYA

Orta Asya; Hazar Denizi’nin kuzeyinde ve doğusunda, geniş çöller ve kurak otlaklarla kaplı olan, ancak doğu ve güneydoğu kenarlarında yüksek dağlarla sınırlanan bir bölgedir. Bu bölgede günümüzde beş bağımsız devlet yer almaktadır: Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan.

Orta Asya’nın fiziki coğrafyası, büyük mekânsal farklılıklar göstermektedir. Genel olarak bölgenin kuzeyinde ve batısında geniş yarı-kurak stepler ve çöller, doğu ve güneydoğusunda ise dağlar yer alır. Bölgenin % 25’ini kaplayan dağların tümü “Tanrı Dağları” adıyla anılmaktadır; kuzeyden güneye doğru Altay-Tarbagatay, Karlık-Kaz, Tiyen-Şan (Han Tanrı), Pamir-Alay, Kopet-Hindikuş ve Kuenlun-Kaş-Altun sıradağlarından oluşurlar. Bölgenin kuzeyinde, Orta Asya ile Batı Sibirya düzlüklerini birbirinden ayıran ve ortalama yükseltisi 200-450 m arasında değişen Kazakistan Eşiği uzanır. Kazakistan’ın fazla yüksek olmayan dağ ve tepelerle bozkırların birbiri ardına uzandığı kuzey bölgelerine Kazakistan Bozkırları ya da Kazak Adırlığı adı verilmektedir. Daha güneyde, geniş Batı Türkistan Düzlükleri ya da Turan Ovası uzanır. Genellikle ortalama yükseltisi 25-35 m arasında değişen az yüksek tepeler ve ovalardan oluşan Batı Türkistan Düzlükleri, orta kesiminde yer alan Aral Gölü ve Amuderya nehrinin belirlediği bir hat ile ikiye ayrılmaktadır. Hattın doğusunda kalan bölüm hemen tümüyle Kızılkum Çölü ile kaplıyken, batıda kalan bölümde Üst-yurt Plâtosu ve Karakum Çölü yer alır. Çöllerin kumulları dağlık alanlara doğru yerlerini dağ eteği ovalarına bırakırlar. Bunların en önemlileri, aynı zamanda bölgenin en önemli tarım ve yerleşme alanları da olan, Fergana ve Zerefşan Ovaları’dır.

Orta Asya yaklaşık 4 milyon km2’lik oldukça geniş bir alan kaplamasına rağmen iklim bakımından pek fazla çeşitlilik göstermez; bölgenin daha çok kuzey yarısını kaplayan geniş bozkırlarda hüküm süren (bozkır) ikliminin dışında, günlük ve mevsimlik sıcaklık farklarının çok büyük olduğu kontinental çöl iklimi egemendir. Bölgenin iç havzalarını kuşatan yüksek sıradağların okyanuslardan hareket eden nemli hava kütlelerinin iç kısımlara girmesine engel teşkil etmeleri ve yılın büyük bir kısmında hüküm süren antisiklonik rejim Orta Asya’nın çöl rejimine girmesinde rol oynayan başlıca faktörlerdir. Bölgede yağışlar, güneyden kuzeye doğru ve dağlık alanlarda nispeten artmakla birlikte, genelde düşüktür. Güneydeki havzalarda 25-100 mm kadar düşük olan yağış değerleri, Orta Asya’yı Kuzey Sibirya’dan ayıran bölgede 250-500 mm arasında değişir. Bölgede sıcaklık değerleri de, yağış değerlerinde olduğu gibi, kuzeyden güneye doğru değişmektedir. Kış mevsiminde Orta Asya’nın kuzeyinde (özellikle 420 kuzey enlemine kadar) Sibirya soğukları hüküm sürerken, güney kısımlarda kış mevsimi ılık geçer. Yaz mevsimi ise son derece sıcak ve kuraktır.

Orta Asya tümüyle bir kapalı havzayı oluşturmaktadır; yeryüzü şekilleri, yağışların düşük, buna karşılık buharlaşmanın şiddetli olması nedeniyle bölge akarsularının dışa akışları yoktur. Mevcut akarsular doğu-güneydoğudaki yüksek dağlardaki kar ve buzullarla beslenirler. Bölgenin en önemli akarsuları Siriderya (Seyhun) ve Amuderya (Ceyhun), İli, Zerafşan, Çu, Murhâb, Ticân, Sarısu, Turgan, Irgaz ve Uyıl’dır. Orta Asya’da, bazıları dünyanın en büyükleri arasında yer alan çok sayıda göl bu akarsularla beslenmektedir. Bu göllerin başlıcaları Aral Gölü, Balkaş Gölü, Issık Gölü ve Lop Gölü ile dünyanın en büyük iç denizi olan Hazar Gölü/Denizi’dir. Yalnızca bölgenin değil dünyanın da en önemli su kütlelerinden olan Aral Gölü, ticari pamuk tarımı için çevredeki çölü sulamak üzere kendisine akan akarsuların (Amuderya ve Siriderya’nın) yolunun değiştirilmesiyle kurumaya başlamıştır ve büyük bir çevre felâketine sahne olmaktadır.

Orta Asya ülkelerinin günümüzde toplam nüfusları 55 milyon dolayındadır. Nüfusun en yoğun olduğu yerleri, verimli alüvyal toprakları ve geniş sulama olanakları ile vahalar oluşturur. Vahaların çekiciliğini arttıran ve yoğun nüfuslu olmalarına yol açan bir diğer neden de, geçmişteki önemli ticaret yolları üzerinde olmalarıdır. Böylece, coğrafi konumlarının sağladığı bu olanakla, bütün tarihleri boyunca Uzak Doğu ve Batı Dünyası arasındaki geçit noktalarını oluşturarak gelişmişlerdir. Başlıca vahalar (Hokent, Semerkant, Buhara ve Fergana) Amuderya ve Siriderya nehirleri boyunca sıralanmaktadırlar. Orta Asya’da vahalardan sonra nüfusun toplandığı diğer alanları, havzaları çevreleyen dağların etekleri ile stepler oluşturur. Vahaların tarıma dayalı olan yerleşik hayatına karşılık, bu alanlarda hayvancılığa dayanan göçebe bir hayat tarzı hüküm sürer.

Orta Asya’nın ekonomik yapısında tarım her zaman önemli bir ekonomik faaliyet olmuştur. Pamuk bölgenin başlıca tarımsal ürünüdür ve vahaların hemen tümünü kaplar. Pamuk tarımının en önemli olduğu ve en geniş alan kapladığı ülke Özbekistan’dır. Vahalar dışında Orta Asya’nın büyük kısmı tarımsal faaliyet için çok kurak olmakla birlikte, kara toprakların devamında ve orta iklim kuşağı içinde yer alan Kazakistan’ın kuzey bölgeleri tahıl tarımı (daha çok Kuzey Kazakistan’da buğday) için çok uygundur. Bölgede tütün (tamamına yakını Kazakistan’da), şeker pancarı (Kazakistan’da, özellikle Çu vadisinde), dut ağaçları, üzüm bağları, sebzeler ve ılıman iklime özgü meyveler diğer önemli tarımsal ürünleri oluştururlar. Ayrıca meyve-sebze yetiştiriciliği de gelenekseldir. Geleneksel önemini koruyan bir diğer ekonomik faaliyet de hayvancılıktır; büyük ölçüde çiftlik hayvancılığına dönüşmekle birlikte göçebe çobanlar hayvanlarıyla hâl¬â bir otlaktan diğerine dolaşmaktadırlar.

Orta Asya, özellikle yeraltı zenginlikleri bakımından dünyanın önemli bölgeleri arasında yer alır. Hazar Denizi’nin doğusunda kalan alan rezerv ve üretim bakımından önemli kömür yataklarına (Kazakistan’da Karaganda, Lenger, Bay-Konur, Ber-Chogur Aktuba ve Dağcık’da, Özbekistan’da Fergana vadisindeki Gök-Yangak ve Angren’de) sahiptir. Bölgede önemli bakır (Kazakistan’da Cezkazgan, Balkaş, Kunrad, Leninogorsk ve Bozcagöl havzaları ile Özbekistan’daki Almalık havzası), demir (Kustanay, Ayat, Sarbay, Kaçar, Atasu, Karsak, Privralsk ve Sokolovsk) ve kurşun (Kazakistan’da Altay dağları yakınlarında) yataklarına da sahiptir. Bununla birlikte, son yıllarda petrol ve doğal gaz çıkarımı giderek daha önemli olmaya başlamıştır. Hazar Denizi’ndeki büyük petrol yatakları ve Türkmenistan’ın doğal gaz rezervleri bölgenin yakın geleceğinde önemli olacaktır. Fakat Orta Asya ülkeleri, dünya ekonomisi ile bağlantı kurabilecekleri (boruhatlarını da içeren) ulaşım ağlarına şiddetle ihtiyaç duymaktadırlar.

KAFKASLAR

Kafkaslar; Genel olarak, Eski Sovyetler Birliği’nin uzak güneybatı köşesinde Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki geniş bölgeye verilen isimdir. ”Kafkasya” adı da verilen bu bölge, çok geniş bir coğrafi bölge olmamasına rağmen, dünyadaki en kompleks beşerî ve fiziki kuşaklardan birisini oluşturmaktadır. Genel olarak birbirine paralel uzanan sıradağlardan oluşan bu bölge üç bölüme ayrılarak incelenebilir:

Kuzeydeki Bozkır Bölgesi ya da Kafkasönü; Büyük Kafkas Dağları’nın kuzeyinde kalan geniş bozkırları kapsamaktadır. Önemli bir tarım potansiyeline sahipti ve tahıl tarımı yapılan alanlar geniş yer kaplar.
Büyük Kafkas Dağları; genelde kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda yaklaşık 1.200 km.’lik bir kuşak hâlinde uzanan bu büyük sıradağlar, yükseklikleri birçok yerde 5.000 m.’nin üzerinde olan çeşitli sıradağlardan oluşmaktadır (en yüksek zirve 5.642 m’ye ulaşan Elbruz Dağı’dır).
Trans-Kafkasya; Kafkasların güneyinde yer alır. Bu bölgenin güneyini Volkanik Ermeni Plâtosu kaplar; Büyük Kafkas Sıradağları ve Ermeni Plâtosu arasında da, bölge nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı subtropikal vadiler ve kıyı ovaları uzanır. Arazi Trans-Kafkasya depresyonunun ötesinde tekrar yükselerek Türkiye ve İran’a bitişik engebeli bir bölgeyi ya da Küçük Kafkaslar’ı oluşturur.

Bölgede iklim koşulları, tümüyle yüzey şekillerine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Kafkaslar’ın büyük kısmını kaplayan dağlık ve engebeli alanlarda oldukça sert bir karasal iklim hüküm sürer. Büyük Kafkas Dağları, aynı zamanda, kuzeyden gelen kutbi hava kütlelerini de engeller. Böylece, Karadeniz’in etkileri dağlar arasında kalan oluklar boyunca bölgenin iç kesimlerine kolaylıkla sokulabilmektedir. Yüksek Kafkas Sıradağları’nın güneyi, Gürcistan’ın vadileri ve alçak kıyı ovalarında nemli tropikal iklim hüküm sürer. Bu kesimlerde yumuşak kışlar ve sıcak yazlar, eski Sovyetler Birliği’nde hiçbir bölgede bulunmayan yüksek yağış (1.250-2.500 mm.) ile birleşir. Bu nedenle, bölgenin batısında Karadeniz’i sınırlayan alçak alan, sadece sınırları içinde kaldığı Gürcistan’ın değil tüm Kafkasya’nın en yoğun nüfuslu kısmıdır.

Kafkaslar günümüzde idari açıdan 3 bağımsız cumhuriyet -Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan- ve sayıları 10’u bulan “Özerk Cumhuriyet” ya da “Özerk Yönetim Birimi”ne bölünmüş olan, yaklaşık 23 milyon nüfuslu bir bölgedir. Kafkaslar’ın beşerî coğrafyasının en önemli özelliği, nüfusun hem etnik kökenleri ve kültürel gelenekleri hem de diller ve dinler açısından dünyanın en karmaşık bölgesi olmasıdır. Bölgenin nüfusunu etnik kökenleri açısından üç ana grupta incelemek mümkündür:

Kafkasya’nın Yerli Halkları ya da Kafkas Kavimleri: Gürcüler, Çerkezler (Abhazalardahil), Lazlar, Kabartaylar, Çeçenler, İnguşlar, Batlar, Avarlar, Dovgiler, Lezgiler ve Laklar’dır.
Hint-Avrupa Kavimleri: Svanları, Ukraynalıları, Rusları ve Osetleri kapsar.
Türk Kökenliler: Azeriler ile Kıpçak Türkleri olarak bilinen Kumuklar, Nogaylar, Karaçaylar, Balkarlar ve Kafkasya Türkmenleri bölgenin Türk kökenli nüfusunu oluştururlar.

Bölge diller ve dinler açısından da büyük bir çeşitlilik sunar: Bölgenin değişik yerlerinde, birkaç yüz kişinin konuştuğu dillerden sayıları milyonları bulan büyük ulusal toplulukların konuştuğu dillere kadar çok çeşitli diller konuşulmaktadır. Bu çeşitlilik çok eski çağlara kadar uzanmaktadır. Plinius, Romalıların bölgede işlerini ancak seksen çevirmenle yürütebildiğini belirtiyordu. Arap coğrafyacılar ise bölgeye Cebel’ül-Els (Diller Dağı) adını vermişlerdi. Yine, Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nin 7.cildinde Kafkas Dağları hakkında verdiği ilginç bilgiler arasında özellikle bu konuyu vurgulamıştı: “… Berzi kavmi bu yüksek dağın eteklerinde oturduklarından Acem tarihçileri bu büyük dağa Berzi Dağı (Kuh-El Berz ya da Elbruz Dağı) derler. Arap dilinde ise, dağların babası anlamında Ebu’l-Cibal’dir… Berz Dağı’nın etrafında onbir adet ülke sahibi padişahlar oturur. Kendilerine mahsus yetmiş çeşit lehçeleriyle konuşurlar. Değişik lisanlı insanlardır. Birbirlerinin kelime ve tabirlerini tercümanlar vasıtasıyla güçlükle anlarlar.” Azerbaycanlılar Müslümandır. Gürcüler, Ortodoks kilisesine mensupturlar. Ermeni kilisesi (Gregoryen Kilisesi) çok eski ve bağımsız bir Hıristiyan topluluğudur. Bu başlıca geleneksek dinler yanında, çok sayıda dinsel azınlık da vardır.

Kafkaslar’ın ekonomik yapısında tarım önemli bir yere sahiptir. Belirli bölgelerde sıcak iklim ürünlerinin yetiştirildiği ticari tarım faaliyetleri yapılır; özellikle Gürcistan eski Sovyetler Birliği’nde üretilen turunçgil ve çayın % 90’ından fazlasının karşılar. Arpa, buğday, darı ve mısır gibi tahıllar diğer başlıca ürünleri oluştururlar. Kafkaslar, maden kaynakları bakımından oldukça önemli bir ekonomik potansiyele sahiptir. Petrol ve doğal gaz bölgenin en değerli doğal kaynaklarıdır. Kafkaslardaki en önemli petrol yatakları, başlıca iki alanda toplanmıştır: Birincisi, Azerbaycan’ın başkenti Bakü çevresinde Hazar Denizi’nin altında ve kıyı boyunca; ikincisi de Çeçenistan’da Grozni’de dağların kuzeyinde. Petrol kaynaklarının geliştirilmesine, üretimin arttırılmasına ve dünya pazarlarına taşınmasına yönelik projelerin uygulanmasıyla, Kafkaslar’ın dünyanın can alıcı bölgelerinden biri olması mümkündür. Ancak, özellikle petrolün taşınması ile ilgili sorunlar giderek büyümektedir. Diğer yandan, Hazar Denizi, özellikle dünya havyar (mersin balığı yumurtası) üretiminin % 90’ından fazlasını karşılayan mersin balığı yatakları ile, önemli bir balıkçılık alanıdır. Sanayi faaliyetleri ise yalnızca küçük ölçekte değişik imalât sanayileri ile sınırlıdır. Sanayi tesislerinin tamamına yakını başkentlerde ya da hemen yakınlarında yer alır; Azerbaycan’da Bakü, Gürcistan’da Tiflis ve Ermenistan’da Erivan.

4.2. Doğu Asya

Doğu Asya’nın büyük bir kısmını tek başına bir ülke -Çin- kaplamaktadır. Çin, çok farklı fiziki ve beşerî coğrafi görünümlere sahip olan çok büyük bir ülkedir. Çin bir “dağlar ülkesi” olarak adlandırılmaktadır. Ülkenin topraklarının 2/3’si dağlar, tepeler ve yüksek platolarla kaplıdır. Çin’in topografyası, genel olarak, kuzeydoğuya, doğuya ve güneydoğuya doğru yükseltisini kaybeden eğimli ya da taraçalı bir yapıya sahiptir. En yüksek “doğal taraça”, 4.000 m’nin üzerinde yüksekliğe sahip olan Tibet-Kinghai Platosu’dur. Çin’in ve Güneydoğu Asya’nın bütün başlıca nehirleri (Brahmaputra, Salween, Mekong, Huanghe/Sarı Nehir ve ÇangKiang/Yangçe) bu platodan doğar. İkincisi, ortalama yükseltileri 1.00-2.000 m olan taraçalar ve platolar tarafından şekillendirilmektedir Bunlar, kuzeyden güneye doğru, Tarım Havzası, Moğolistan Platosu, Merkezi Çin Lös Platosu, Seçuan’ın Kızıl Havzası ve Yunnan-Guizhou Platosu şeklinde uzanış gösterirler. Üçüncüsü ise büyük nehirlerin aşağı çığırlarındaki ovalar ve alçak alanlardan oluşmaktadır. Ülke nüfusunun 2/3’sinden fazlası burada yaşar; burası Çin’in tarımsal ve endüstriyel merkezidir.

Çin toprakları genelde farklı yükseltilere sahip bu bölümlerden oluşmaktadır. Bununla birlikte, adeta bir kıta büyüklüğünde alan kaplayan bu çok geniş topraklar dâhilinde, genel hatları ile birbirinden farklı 10 topografik ünite ayırt etmek mümkündür:

Tibet Yüksek Alanları,
Tiyenşan Dağları,
Moğolistan-Sincan Yüksek Alanları,
Moğolistan’ı Sınırlayan Yüksek Alanlar,
Doğudaki Yüksek Alanlar,
Doğudaki Düzlük Alanlar,
Merkezi Yüksek Alanlar,
Seçuan Düzlüğü,
Güneydeki Yüksek Alanlar,
Güneybatıdaki Yüksek Alanlar.

Çin büyüklüğündeki bir ülkede büyük sıcaklık farklıklarının ve birçok farklı iklim tipinin bulunması son derece doğaldır. Ülkenin kuzeyi ile güneyi arasındaki 490’lik enlem farkı ile batısındaki yüksek dağlar ve platolarla doğu ve güneydoğusundaki alçak ovalar arasındaki yükselti farkları iklim koşullarını büyük ölçüde etkileyen önemli faktörlerdir. Fakat asıl etkili olan, ülkenin geniş Pasifik Okyanusu ile Asya kıtasının kenarında yer alan konumudur. Başlıca iklim türlerinin dağılımı ve bunlarla ilgili yağış ve hava sıcaklığı koşulları özellikle belirgin muson mevsimine, kış ve yaz arasındaki rüzgâr terselmelerine bağımlıdır. Çin’in farklı bölgelerinde farklı yağış değerleriyle karşılaşılmaktadır: bazı istasyonlar 7.500 mm hatta daha fazla yağış alırken, bazılarında toplam yağış yalnızca 100 mm kadardır. Genelde Güney Çin nemlidir, Kuzey Çin yarı-nemlidir, ülkenin iç bölgeleri ise kuraktır. Kuzey ve Güney Çin arasındaki farklılıklar sıcaklık değerleri için de geçerlidir; Batıda yükselti nedeniyle sıcaklık düşer ve tümüyle tarımsal faaliyeti engelleyebilir; güneyde sıcaklıklar tarımsal faaliyetin tüm yıl boyunca sürdürülebileceği ve yılda iki hatta üç kere ürün alınabileceği değerlerdedir; merkezi alanlarda çoğu yerde yılda yalnızca yazın bir kere hasat yapılır (fakat kış mevsiminde de ürün alınabilen kesimler vardır).

Ülkenin kuzeyi ve güneyi arasındaki büyük fiziksel farklılıkları (özellikle klimatik) aynı zamanda bu iki bölge arasında tarımsal ve kültürel farklılıkları da beraberinde getirmiştir. Kuzey Çin’de pedokaller olarak bilinen kireç bakımından zengin topraklar bulunurken, Güney Çin pedalferler olarak bilinen kireç bakımından fakir, alüminyum ve demirin birikmiş olduğu topraklar yaygındır. Bu genel gruplandırmaya rağmen, Çin’de çeşitli toprak tipleri görülür. En verimli topraklar kuzey ve batı Mançurya’nın, güney Moğolistan’ın ve kuzey Tibet’in yarı-nemli step örtüsünün yayılış gösterdiği kesimlerinde görülürler. Güney Çin’de tarımsal alanın çoğu, taşkın ovalarının ya da deltaların genç alüvyal depoları üzerinde bulunur. Çin’de orijinal doğal bitki örtüsünün hâlâ korunduğu çok az alan (İç Moğolistan, Sincan ve Tibet’in stepleri ve çöl bitkileri, Mançurya’nın kurak otlakları ve orman alanlarının bir kısmı ve merkezi ve güney Çin’in dağlarındaki nispeten küçük ormanlık alan) kalmıştır. Büyük ölçüde ortadan kaldırılmış olan orman örtüsünü yeniden kazanabilmek (ve çölleşmeyi de önlemek amacıyla) Yeşil Kuşak olarak bilinen kitlesel bir ağaçlandırma projesi başlatılmıştır.

Çin tarih boyunca kaydedilmiş tüm bilgi ve verilerde dünyanın en yüksek nüfuslu ülkesi olmuştur (muhtemelen gelecekte de öyle olacaktır). 2010’da nüfusu 1.339.724.852’a ulaşmıştır. Üstelik bu dev boyutlardaki nüfus özellikle bazı devrelerde yüksek oranda artmıştır. 1960’larda tüm Doğu Asya ülkeleri için sorun hâline gelen büyüyen ve artış hızı yükselen bir nüfus, aşırı kalabalıklaşma korkusuna yol açmıştı. Bu dönemde ve izleyen yıllarda Çin “tek çocuk siyaseti”ni uygulamaya koydu. Çin nüfusu çok sayıda etnik gruptan oluşmaktadır; bu grupların en büyüğü, toplam nüfusun % 91.5’ini oluşturan Han’dır. Etnik azınlıklar ise 50’den fazla gruptan oluşurlar ve genellikle özerk bölgelerde ya da yönetim bölümlerinde yaşarlar.

Çin dünyada en çok nüfusa sahip ülke olmasına rağmen, ortalama nüfus yoğunluğu (km2’de 139 kişi) çok yüksek değildir ve bu ortalama yoğunluk dengeli dağılmamıştır. Bir Çin haritası üzerinde Heilonkiang Eyaleti’nin en kuzeydoğu noktasından Myanmar, Laos ve Çin’in birleştiği noktaya uzanan bir çizgi çekildiği takdirde, bu çizginin doğusunda ülke topraklarının yalnızca % 20’sinin kaldığı görülür fakat nüfusunun % 90’ı burada yaşar. Nemli bir özelliğe sahip bu alana genellikle Esas Çin denir. Çin’in nüfusunun ¾’ünden fazlası belli başlı dört akarsu havzasında toplanmıştır:

Kuzeydoğu Çin Ovası ya da diğer adıyla Liao-Songhua Havzası;
Kuzey Çin Ovası olarak anılan Aşağı Sarı Nehir (Huang He/HoangHo) Havzası;
ÇangKiyang (Yangçe) Nehri’nin yukarı ve aşağı havzaları;
Si (Batı) Nehri Havzası. Çin’in en büyük şehirleri ve sanayi alanları da buralarda yer alır. Çin bir yandan Şanghay ve Beijing gibi çok büyük şehirlere sahiptir ve nüfusun % 49.7’si (665.57 milyonu) şehirlerde yaşamaktadır, diğer yandan 674.15 milyonluk dev bir nüfus kitlesi (% 50.3’ü) hâlâ köylerde ve diğer küçük kırsal yerleşme birimlerinde yaşamakta ve geçimini topraktan sağlamaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti Asya’nın en güçlü ekonomileri arasındadır ve dünya ekonomisindeki rolü giderek artmaktadır. Ekonominin modernleşmesi, savaş sonrası komünist yönetim sırasındaki iç siyasal çatışmalar ve başka ülkelerle sınırlı ilişkiler yüzünden, 1970’lerin sonlarından itibaren başlamıştır. Çin, tamamen merkezî planlamaya dayalı olan ekonomisinde 1978 yılından itibaren “dışa açılma ve içerde ekonomiyi güçlendirme politikası”nın yürürlüğe girmesi ve Kültür Devriminin sona ermesiyle temel reformları gerçekleştirmeye başlamıştır: Pasifik kıyısında oluşturulan Özel Ekonomik Kuşaklar, ülkenin doğu kıyısı boyunca yer alan Açık Şehirler, Serbest Ticaret Bölgeleri ve Açık Sınır Şehirleri bunların en güzel uygulamalarıdır.

Çin’de tarım faaliyetlerinin MÖ yaklaşık 7500’de darı ve pirinç yetiştiriciliğiyle başladığı bilinmektedir; tarım ekonomideki önemini korumakta ve çalışanların % 40’ına yakını hâlâ tarımda istihdam edilmektedir. Çin’in tarımsal üretim bakımından dünyanın en önde gelen ülkesi olmasına rağmen, toplam arazisinin yalnızca yaklaşık % 15’i tarıma elverişlidir. Bu alan (dünya toplam ekilebilir arazisinin % 10’unu oluşturur) dünya nüfusunun % 20’sinden fazlasını besler; üstelik yaklaşık 1.4 milyon km2’lik bu alanın yalnızca % 1’i (116.580 km2) sürekli olarak ekilidir. Tarımsal arazi 200 milyon kadar haneye bölünmüştür, kişi başına yalnızca 0.6 hektar arazi düşer.

Çin’in ekili arazisinin yaklaşık % 75’i temel besin ürünlerine ayrılmıştır. Pirinç Çin’in en önemli tarımsal ürünüdür ve ekili arazinin yaklaşık % 25’ini kaplar; çoğunlukla Huang He’nin güneyinde, Yangçe Vadisi’nde, ZhuJiang deltasında ve Yunnan, Guizhou ve Seçuan eyaletlerinde yetiştirilir. Dünyanın en büyük tahıl üreticisi olan Çin’de “Güney Çin pirinç, Kuzey Çin buğday üretir”. Çin dünyanın en büyük buğday üreticisidir; dünya toplamının yaklaşık % 20’sini bu ülke vermektedir. Ancak, tüketiminde de önde gelen ülkeler arasında olduğu için, zaman zaman buğday satın alan dünya ülkeleri arasında yer alabilmektedir. Çin dünyanın en önemli pamuk üreticisidir. Pamuğun ülke çapın-da geniş bir yayılış alanı bulunmakla birlikte, özellikle Kuzey Çin Ovası’nın çeşitli kesimlerinde, Yangçe nehri deltasında, orta Yangçe vadisinde ve Sincan Uygur Özer Bölgesi’nde büyük öneme sahiptir. Çin’in dünya tarımındaki yerinde pamuk ve tütün de büyük öneme sahiptirler; dünya pamuk üretiminin % 40’ını ve tütün üretiminin % 43.4’ünü karşılamaktadır.

Sanayi faaliyetleri büyük bir hızla gelişmektedir; Çin, sanayi üretiminde 1990’da dünyanın ilk on ülkesi arasında 9. sırada alırken 2002’de dördüncü ve 2011’in sonunda da ilk sıraya yükselmiştir. Gelişme yolunda kaynaklarını büyük bir hızla tüketmektedir; maden kömürü, demir cevheri, bakır, kalay, çinko, boksit, tungsten ve antimon çıkarımında dünya toplamının önemli bir kısmını tek başına karşılamakta ve dünya ham petrolüretiminde ilk beş ülke arasında yer almaktadır. Ayrıca, dünya primer enerjisinin % 50.4’ünü üreten ilk beş ve % 40’ından fazlasını tüketen ilk üç ülke arasında yer almaktadır. Elektrik enerjisinde ise dünya toplamının yaklaşık % 17’sini tüketmekte ve tüketimini daha da arttırmaktadır. Günümüzde termik, hidroelektrik ve nükleer enerji sektörleri tüm sanayi sektörlerinin en hızlı büyüyenleridir; hidroelektriküretimi termik elektrik üretiminin yaklaşık 1/5’i kadar olmasına rağmen, Çin dünyada en çok hidroelektrik üreten ülkedir ve büyük baraj projelerine imza atmaktadır. Bunların en büyüğü Üç Boğaz Barajı’dır. Çin, dünyada avlanan balık ve diğer su ürünlerinin uluslararası ticaretinde de başta gelen ülkeler arasındadır. Ulaşım faaliyetleri de son yıllarda hızla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. En önemli ulaşım sektörü olan demiryoludur; dünya demiryollarının ve yüksek hız hatlarının dağılımına bakıldığında, sırasıyla üçüncü ve ikinci sırada yer almaktadır.

Çin’in farklı coğrafi görünümler sunan çok geniş toprakları, her biri çeşitli alt bölgeleri de içeren, başlıca dört bölgeye ayrılmaktadır: (

Doğu Çin’in dağlık alanları ve akarsu havzaları ile Kuzeydoğu Çin; coğrafi görünüme, Pasifik Okyanusu’na dökülen üç büyük nehrin (Huang He, ÇangKiang/Yangçe) ve Si/Batı) havzaları egemendir. Aynı zamanda vadileri, ovaları ve soğuk Kuzeydoğu bölgesini de kapsar. Doğu Çin, genellikle AsılÇin olarak adlandırılır; burası çok büyük nüfus kümeleri, yoğun bir şekilde ekilip biçilen toprakları, sayısız köyleri ve kalabalık şehirleri ile “Gerçek Çin”dir.
Moğolistan Platosu (Moğolistan Stepleri); Asıl Çin ile Moğolistan arasındaki geçiş zonundan oluşur. Fiziki coğrafya açısından, bölge, büyük ölçüde geniş Gobi Çölü çanağının güney kenarını kaplamaktadır. Aynı zamanda, İç Moğolistan Özerk Bölgesi’nin toprakları ile denk düşmektedir.
Kinghai-Siang’ın (Tibet) yüksek platoları ve dağları; Çin topraklarının yaklaşık ¼’ünü kaplar ve Tibet Özerk Bölgesi ile komşu eyaletlerin kenar kesimlerini içine alır. Dünyanın en yüksek ve karlarla kaplı dağ sıraları ile yüksek platoları burada yer alır.
Sincan’ın çölleri; Kuzeybatıda, Rusya Federasyonu sınırındaki uzak ve izole Sincan’dır; günümüzde Sincan-Uygur Özerk Bölgesi olarak bilinmektedir. Sincan Tiyenşan Dağları ile ayrılmış iki çok büyük havza (Tarım Havzası /Taklamakan Çölü ve Çungarya Havzası) ile daha küçük birkaç havzayı kapsamaktadır.

Japonya; Asya’nın doğu kenarı boyunca, bir yay oluşturacak şekilde kuzeydoğudan güneybatıya doğru uzanan dağlık bir takımada grubu üzerinde yer almaktadır. Dört büyük ada Japonya’nın % 97’sini kaplar: En büyükleri merkezde yer alan Honşu’dur. Bu ada ülkenin ekonomik çekirdeği ve anakarasıdır. Diğer büyük adalardan Hokkaido kuzeyde, Şikoku ve Kyuşu güneybatıdadır. Honşu, Şikoku ve Kyuşu arasında İç Deniz uzanır; burası Japonya’nın ekonomik ve kültürel anacaddesidir.

Japon adalarının genel topografik kalıbını hafif engebeli tepelik alanlar, yüksek ve engebeli dağlar ve dağların denizlere bakan kenarlarında yer alan küçük ve birbirinden uzak ovalar oluşturur. Aslında Japonya’nın fiziki yapısı iki temel özelliğe sahiptir: “adasallık” ve “düz alanların sınırlı oluşu”. Ülkenin toplam arazisinin 3/4’ünü dağlar kaplar. Adalar o kadar genç bir topografyaya sahiptir ki, yamaçlar alışılmadık bir şekilde dik ve zirveler sivri uçludur. En büyük ve en önemli ovalar Honşu Adası’nda yer alır; ancak en genişleri olan Kanto/Tokyo Ovası bile yaklaşık 13.000 km2 alan kaplar. Japonya bu dağlık yapı dâhilinde çok sayıda (200’ün üzerinde) volkana sahiptir.

Japon adaları, aynı zamanda dünyanın sismik açıdan en aktif bölgelerinden birisi üzerinde de yer alırlar. Japonlar için en büyük potansiyel tehlike depremlerdir. Japonlar her 20-30 yılda bir yaşadıkları mekânı yeniden inşa etmeye alışkındırlar. Onları buna adaların Pasifik levhasının dünyanın tektonik açıdan en aktif kesimlerinden birisini oluşturan sınırı üzerinde -Pasifik Ateş Çemberi’nde- yer almaları zorlar. Japonya’yı etkileyen depremlerin bir kısmı çöken Pasifik levhasının iç kısmında gerçekleşirler. Mantonun aşağıya doğru hareket eden levhaya direncinin oluşturduğu çeşitli iç kuvvetler tarafından üretilen bu depremlerin odağı derinde (genellikle yüzeyden 150 km kadar aşağıda) yer alır. Pasifik ve Filipin levhalarının birbirine yaklaşması ile ilişkili depremler ise daha sığ bir odağa sahiplerdir. Bu depremler iki levhanın birleşme yerinde, Pasifik levhasının Filipin levhasının altına girdiği zon üzerinde (burada Filipin levhası bir kemer şeklini alır) ya da yakın zonlarda gerçekleşirler. Japon adaları dâhilinde yer alan başlıca sismik zonlar şunlardır: Kıta şelfi, Japon Denizi kıyısı, İç Deniz’in batısı, Biwa Gölü’nün ötesinde Osaka’dan Tsuruga’ya uzanan hat, Kuzey Kyuşu’dakiNasu volkanik zincirini izleyen hat, Fossa Magna ve FujiZonu ve Hokkaido’dakiİshikari Depresyonu. Fakat sarsıntılardan en çok etkilenen bölge, kıyının Avrasya levhasının kenarına yakın olması nedeniyle, güney-merkezi Honşu’dur

Ülkenin iklimini kıtasal ve denizsel etkilerin karışımı belirler: adaların Asya’nın Pasifik Okyanusu’na bakan doğu kıyısındaki lokasyonu, büyük enlemsel uzanışları (310 kuzey ve 450 güney enlemleri arasında yer alırlar), yüzey şekillerinin karmaşıklığı ve 3.000 m’nin üzerindeki yükselti farklılıkları, iklim koşullarında büyük çeşitliliklere yol açarlar. Bununla birlikte, Japonya’nın iklimini belirleyen tüm etkenlerin en önemlisi musonal hava kütleleridir. Sıcaklıklar genel olarak kuzeyden güneye gidildikçe yükselir. Gerçek bir kurak mevsim yoktur, yağış bol ve tüm yıl boyunca ürün yetiştirilmesi için yeterlidir. Topraklar genelde düşük bir verimlilik düzeyine sahiptir. Fakat diğer Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi, Japonya’da da genç alüvyal topraklar çok yüksek bir değer taşırlar; nüfusun taşkın ovaları ve deltalarda yoğunlaşmasının en büyük nedenlerinden birisi bu verimli toprakların varlığıdır. Bitki örtüsünün en önemli özelliği, farklı enlemlerde ve daha sıcak bölgelere özgü birçok elemanı da içeren, büyük bir çeşitlilik (palmiyeler ve orkidelerden akçaağaç ve çamlara kadar) sunmasıdır. Genelde kuzeyden güneye doğru kuşaklar hâlinde uzanan üç genel orman kuşağı belirlenmektedir: Kuzey ve Doğu Honşu’da yayılış gösteren “boreal ormanlar”; Güneybatı Hokkaido ve Honşu’nun kuzeyi ile daha güneydeki belirli yüksek alanlarda “ılıman ormanlar”, Honşu’da, yaklaşık Tokyo Ovası’nın bulunduğu enlemde deniz seviyesine kadar inen ve ülkenin güneybatısındaki alçak yamaçları ve ovaları kaplayan subtropikal ormanlar.

Japonya’nın nüfusu 127 milyonu (2010’da 127.4 milyon) aşmıştır. Nüfusu hızla artmamasına rağmen, yapısındaki ve dağılışındaki değişimler sosyal ve ekonomik içerikleri açısından büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Japonların nüfus kontrolü deneyimleri en olgun başarı –belki de aşırı başarı- örneği olarak görülmektedir. Doğum oranındaki ve daha sonra da nüfus artış oranındaki düşüşler artık alarm vermektedir. Ortalama ömür uzamıştır, fakat nüfus hızla yaşlanmaktadır. Japonya’da nüfusun dağılışı yüzey şekilleri ile yakından ilişkilidir. Düzlük ve verimli topraklara sahip olan alanlar ile alüvyal ovalar yoğun nüfuslanmışlardır. Böylece, nüfus, Tokyo Ovası’ndan güneye –Osaka’ya doğru uzanan ve İç Deniz ile kuzeybatı Kyuşu’nun her iki kıyılarını da içeren düzensiz bir kuşakta, ülkenin Pasifik kıyısı boyunca yoğunlaşmıştır. Japonların % 78.9’u şehirlerde yaşamaktadır. Bu ülkede şehirleşmenin en çarpıcı özelliği, şehirsel nüfusun ülkenin küçük bir kısmında, batıda Kitakyuşu/Şimonoseki’den doğuda Tokyo’ya kadar uzanan çekirdek alan üzerindeki şehirlerde yoğunlaşmış olmasıdır.

Japonlar doğal çevre koşullarının olumsuzluğun, adaların oldukça küçük bir alan kaplamasına ve kaynakça fakir olmalarına rağmen ekonomik mucizelerini gerçekleştirmişlerdir. Ekonomide görülmemiş büyüme oranlarına erişilmiş, bu da sanayi faaliyetlerindeki hızlı gelişmeye dayanmıştır. Sanayi faaliyetleri belirli alanlarda yoğunlaşmıştır: Kanto Ovası (Tokyo, Yokohama, Kawasaki), Kansai kesimi, Nagoya, Kitakiyuşu, Niigata, Toyoma ve Muroran. Japonya’nın % 16’sında tarım yapılabilmektedir. Bir yandan tarım alanları başka kullanışlara sahne olurken diğer yandan da daha önce elverişli olmayan alanlarda tarım faaliyetleri hızla yaygınlaşmaktadır. Bununla birlikte, yetiştirilen ürünler çoğaltılmış ve verimde önemli artışlar sağlanmıştır.

Japonya, büyüklükleri, gelişmeleri ve fiziksel yapıları bakımından birbirinden farklılıkları büyük fakat kendileri küçük olan bölgelerden oluşmaktadır:

Hokkaido; Japonya’nın en kuzeyde yer alan adasıdır.
Tohoku; Honşu’nun kuzeyinde yer alan ve güneydeki çekirdek alan ile kuzey sınır bölgesi arasında geçiş zonunu oluşturan bölgedir.
Merkezi ve Güneybatı Japonya; Ülkenin nüfusu, tarım ve sanayi faaliyetlerinin çok büyük kısmının toplandığı subtropikal kalbidir.

Doğu Asya’nın doğusundaki Kore Yarımadası iki ülke tarafından paylaşılmaktadır. Kore 1910-1945 yılları arasında yaşanan Japon işgali altında kalmış, daha sonraSovyetler Birliği ve ABD kuvvetleri adaya çıkartma yapmış, kuzey ve güneyin farklı siyasal rejimleri benimsemesi ve Kore Savaşı’nın ardından Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye bölünmüştür.

Kuzey Kore (resmî adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti); Topraklarının yaklaşık % 80’i dağ sıralarından ve platolardan oluşur. Ülkenin kuzeydoğusunu ortalama yüksekliği 1.000 m’yi bulan Kema Platosu kaplar; platonun kuzey kenarında ülkenin en yüksek noktası Pektu Dağı (2.774 m) yükselir. Orta kesimden ise kuzey-güney doğrultusundaki Nangim Dağları geçer. Bu dağlardan güneybatıya doğru birbirine paralel dağ sıraları uzanır. Aralarındaki geniş akarsu vadileri, Pyongyang ve Çeryang kıyı ovalarıyla birleşir. Bu kıyı ovaları (özelikle Pyongyang) ülkenin en yoğun nüfuslu kesimlerini oluştururlar. Kuzey Kore’nin nüfusunun (22.8 milyon) eşitsiz dağılışı dışındaki bir diğer önemli özelliği de etnik açıdan son derece homojen bir yapı göstermesidir (% 99.8’ini Koreliler oluşturur).

Kore Yarımadası’nın güney bölümünde ise Güney Kore yer alır. Güney Kore’nin arazisinin büyük kısmı dağlıktır ve tarıma elverişli değildir. Daha çok ülkenin batısında ve güneybatısında yer alan düzlükler toplam alanın % 30 kadarını oluşturur. Güney Kore başlıca dört bölgeye ayrılır:

yüksek dağlar ve dar kıyı ovalarıyla kaplı doğu bölgesi;
geniş kıyı ovaları, nehir havzaları ve yuvarlanmış tepelerden oluşan batı bölgesi;
dağlar ve vadilerle kaplı güneybatı bölgesi;
Nakdong Nehri’nin geniş havzasının egemen olduğu güneydoğu bölgesi.

Kuzey Kore gibi Güney Kore’nin nüfusu (48.9 milyon) da etnik yapı ve konuşulan diller açısından homojendir. Nüfusun büyük kısmı (% 85 kadarı) şehirlerde yaşar. Güney Kore “Asya’nın Kaplanları” olarak adlandırılan ve 1060’lardan beri dünyanın ekonomisi en hızlı büyüyen ülkelerinden birisidir. Ekonomisi büyük ölçüde uluslararası ticarete bağlıdır; dünyanın 6. en büyük ihracatçısı ve 10. en büyük ithalatçısıdır.


Moğolistan; Doğu Asya’nın kuzeyinde yer alır. Moğolistan 1911 yılında Çin’in Mançu Hanedanı’nın yıkılışı sırasında bağımsızlığını ilan etmiş, fakat bağımsızlık mücadelesi 1915’e kadar sürmüştür. Kore gibi Moğolistan da ikiye bölünmüştür. İç Moğolistan Çin’in hâkimiyetinde bir özerk bölge hâline getirilirken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dış Moğolistan’da Moğolistan Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Moğolistan 1945’te bağımsızlığını ilan etmiştir. Moğolistan 1.564.116 km2 yüzölçümü ile dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesi, fakat (2.8 milyon) aritmetik yoğunluklar açısından en seyrek nüfuslu ülkedir.

Moğolistan dağlık bir ülkedir. Dağlar kuzey ve batıda geniş alan kaplar (ortalama yükseltisi 1.580 m), güney ve güneydoğusunda ise Gobi Çölü yer alır. Ülkenin büyük kısmında yağışın az olduğu ve büyük sıcaklık farklılıklarının görüldüğü sert bir karasal iklim hüküm sürer. Ülkenin en büyük şehri başkent Ulanbator’dur ve toplam nüfusun % 38’i bu şehirde yaşar. Moğolistan hızla şehirleşmektedir; şehirlerde yaşayan nüfusun oranı günümüzde % 60’ı geçmiştir. Geri kalanın büyük çoğunluğu (% 30 kadarı) geniş alanlar kaplayan bozkırlarda göçebe gruplardan oluşur. Bu büyük ülkede tarımsal alan kısıtlıdır; 1990’dan sonra ekonomik yapıda önemli değişiklikler görülmesine rağmen, devlet çiftlikleri tarımsal (özellikle buğday yetiştiriciliğinde)üretimdeki önemlerini korumaktadırlar. Gelişmekte olan sanayi faaliyetleri Ulanbator ve yeni kurulan Darhan’da yoğunlaşmıştır. Moğolistan bakır, maden kömürü, tungsten, molibden, altın ve kalay gibi yeraltı kaynaklarına sahiptir; Erdenet’de yer alan bakır yatakları Asya’nın en önemli bakır yatağıdır (dünyada da ilk on sırada yer alır).

4.3. Güneydoğu Asya

Güneydoğu Asya’da çevresel faktörler yaşam ile arazi arasındaki ilişkinin anlaşılıp yorumlanmasında çok önemli bir role sahiptirler. Bölgenin Asya anakarası üzerinde kalan bölümü engebeli bir topografik yapıya sahiptir. Bölgenin kuzeyinde, Himalaya Dağları’nın doğu ucu güneye doğru keskin bir açı ile kıvrılarak bölgeye girer ve kuzey-güney doğrultusunda uzanan dağ sıraları şeklinde uzanır. Bunların en batıda olanı Arakan Sıradağları’dır ve Burma-Hindistan sınırını oluşturur. Daha doğudaki ikinci dağlık sırayı, Burma ile Tayland arasındaki sınırı belirledikten sonra Malay yarımadasına doğru uzanan dağlar oluşturur. Anakara üzerindeki üçüncü dağ sırası Annam Sıradağları’dır; dördüncü dağ sırası da, güneydoğuya doğru yönelerek Vietnam’ı Çin’den ayıracak şekilde uzanmaktadır.

Bu yüksek alanlar tarafından çevrelenmiş olan vadilerde, Güneydoğu Asya’nın büyük nehirleri uzanır: Burma’nın Irravadi ve Salven nehirleri, Tayland’ın ÇaoPhraya nehri, Kamboçya ve Vietnam’ın Mekong nehri ve Vietnam’ın Kızıl nehri. Kıtasal Güneydoğu Asya’nın bu büyük nehirleri bazı benzer özelliklere sahiptirler: Binlerce kilometre uzunluktadırlar (örneğin Irravadi ve Salven 2.250 km’den uzun, Mekong 4.160 km); yukarı yataklarında oldukça dardırlar ve az sayıda kola sahiptirler; denize doğru aktıkları kısımlarda, normal durumun tersine olarak, oldukça genişlerler ve suları bollaşır; şiddetli muson yağışları nedeni ile çok miktarda su taşırlar; jeolojik şartların kontrolündedirler -örneğin, Salven ve Kızıl nehirlerin aktığı yapısal çukurlar bunun en belirgin ve kuvvetli delilidirler; Salven dışında hepsi çok geniş bir deltaya sahiptir. Deltaların çoğu her yıl 45-90 m arasında (Irravadi ve Mekong 60 m) denize doğru ilerler. Güneydoğu Asya’nın iç kısımları, depremlerin görülmediği ve temelini eski kütlelerin oluşturduğu artık dengeye oturmuş bir alandır. Güneydoğu Asya’da 3 tip arazi şekli görülmektedir: Genç tektonik ya da volkanik dağlar, parçalara ayrılmış peneplenler (Burma’da Şan Plâtosu, Tayland’da Korat Plâtosuve Kamboçya’da Kamboçya Fincan Tabağı olarak adlandırılan alçak bölüm) ve daha yakın geçmişe ait alüvyal ovalar.

Güneydoğu Asya’nın iklimi yaz ve kış musonlarının bir ürünüdür. Yaz aylarında, güneybatıdan esen muson rüzgârları (yaz musonları) bölgenin üzerini yoğun bulutlarla kaplar ve yoğun yağış (bazı yerlerde 5.000 mm) bırakırlar. Kış aylarında ise, daha kuru ve daha soğuk olan kuzeydoğu yönlü musonlar (kış musonları) bu yöne bakan yamaçlar haricinde, daha az yağmur bırakırlar. Bölge genelinde sıcaklıklar her zaman yüksektir ve beşerî faaliyetler üzerindeki etkisi de (yalnızca ayrı bir soğuk mevsimin görüldüğü Kuzey Vietnam dışında) sınırlıdır. Asya’nın hiçbir kısmında sıcaklıklar yıl boyunca Güneydoğu Asya’da olduğu kadar birbirine yakın değildir. Ekvatora yakın kısımlarda ve deniz seviyesinde, ortalama aylık sıcaklıklar arasındaki fark yalnızca 2-3 derecedir. Buna karşılık günlük sıcaklık farkları çok daha büyüktür (örneğin Singapur’da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı 220C’ye kadar çıkar).

Güneydoğu Asya’da bitki örtüsü (beşerî faaliyetin yoğun olduğu deltalar, kıyılardaki alçak alanlar ve alüvyal vadiler dışında) yağış rejimine bağlı olarak değişmektedir. Bölgede yağışın (2.000 mm’nin üzerinde) ve nemin bol olduğu yerlerde son derece yoğun ve her zaman yeşil tropikal yağmur ormanları, yağışta musonlara özgü değişikliklerin görüldüğü yerlerde tropikal ormanlar kadar sık olmayan ve yapraklarını döken muson ormanları uzanır. Muson ormanları özellikle kereste elde edilmesinde önemli bir yeri olan tik (teak) ağacının yetişme alanlarıdır. Bölgede kauçuk, hindistan cevizi, hurma ve kapok ağaçları ile çay ve kınakına gibi türleri kapsayan suni ormanlar da oluşturulmuştur. Orijinal ormanlarının tahrip edildiği yerlerde ise bunların yerini “imperata” çayırları almıştır; ayrıca turbalıklardaki bataklık ormanlarına ya da bazı yerlerde kıyıları sınırlandıran mangrov ormanlarına kadar içlerinde binlerce türün barındığı çok daha değişik formasyonlar da görülmektedir. Güneydoğu Asya’da üç 3 toprak tipi görülmektedir: Volkanik topraklar (bazik karakterdekiler pirinç tarımı için son derece önemlidir), lateritler (daha çok Tayland’ın doğusu, Kamboçya ve Borneo’da) ve alüvyal depolar.

Güneydoğu Asya’nın nüfus dağılış kalıplarının kuzey ve batıdaki dev komşularından farklı olmasına ve bölgenin göçmenlerin oluşturduğu dalgalardan etkilenmemesine neden olan faktörler başlıca iki grupta toplanmaktadır. Birincisi, bölgenin sınırları boyunca iç kısımlara ulaşmayı engelleyen doğal engeller vardır. Batıda kuzeydoğu Hindistan’la kuzeybatı Myanmar arasındaki sınır boyunca uzanan ve yoğun ormanlarla kaplı dağlar ve tepeler önemli bir engeldirler. Myanmar’ın kuzeyinde haşin ve ürkütücü Tibet bulunurken, ülkenin kuzeydoğusu ve Laos’un kuzeyini yüksek Yunnan Plâtosu kaplar. Bölgeye girişin nispeten kolay olduğu tek yer, Güneydoğu Çin yolu ile Vietnam’a geçiştir. Gerçekten de bu geniş yol boyunca önemli miktarlarda göç ve bağlantılar gerçekleşmektedir. Ayrıca bölgenin kendi içinde de bağlantı kurmayı güçleştiren engeller vardır. Bölge içinde kuzeyden güneye doğru uzanan paralel sırtlar, verimli vadiler arasındaki doğu-batı doğrultulu ilişkileri önemli ölçüde engellemektedir. bölgede tarım şartlarının sınırlı olmasıdır. Bölgenin çoğu beşerî yerleşmeler üzerinde etkili olan tropikal yağmur ormanları ile kaplıdır. Musonal yağmur rejimleri ile savan ikliminin görüldüğü kısımlarda da tarım üzerinde etkili olan birçok sınırlayıcı etken vardır: toprakların genellikle kuvvetli yağmurlarla aşırı derecede yıkanmaları, yüksek buharlaşma oranları, uzun kuraklıklar, düşük verimlilik, yağmurun emilmeden toprak üstünde kalmasıyla ilgili yüksek oranlar ve erozyonla ilgili sorunlar. Fakat yüzyıllardır bu şartlar altında tarım yapan bir Güneydoğu Asyalı köylü çiftçi için, tüm bunlar “hiçbir şey”dir.

Güneydoğu Asya’da nüfusun en belirgin özelliği eşit dağılmamasıdır. Bölgede nüfusun yoğunlaştığı alanların başında başlıca nehirlerin alüvyal topraklardan oluşmuş vadi ve deltaları gelir. Bu alanlarda nüfus yoğunlukları kilometrekarede 500’ün çok üzerindedir. Myanmar’da Tibet sınırının yakınından doğan ve Andaman Denizi’ne döküldüğü yerde bir delta oluşturan Irravadi, Tayland’da ülkeyi bir uçtan diğerine kat eden ve Tayland Körfezi’ne dökülen ÇaoPraya, Güney Vietnam’da Çin içlerindeki yüksek dağlardan doğan ve tüm Hindiçin yarımadasını geçen Mekong nehri ile Kızıl nehrin deltaları Güneydoğu Asya’nın anakarada kalan kısmında en yoğun yerleşilmiş alanlardır. Özellikle Vietnam’daki Tonkin ovası en yoğun nüfuslu alanlardan birini oluşturur. Bölgede volkanik toprakların bulunduğu alanlar da alüvyal topraklar üzerindekine benzer nüfus yoğunluklarına sahiplerdir. Daha çok takımadalarda -Selebes (Sulawesi) adasının güneyinde, Sumatra’nın bazı kıyı kesimlerinde, Filipin adalarının bazılarında ve özellikle Cava ile Bali adalarında- derin, koyu renkli ve zengin volkanik toprak formasyonlarının tarımsal faaliyetler için çok uygun şartlar sunduğu alanlar son derece yoğun nüfuslanmışlardır. Bunlar arasında Cava adası en çok dikkat çekenidir. Adadaki sayısız volkanların 17 tanesi aktiftir ve bu volkanlardan çıkan küllerle toprak sürekli doğal olarak gübrelenir. Örneğin, 1962’de Bali’deki GunungAgung volkanı patladığında büyük miktarlardaki kül Cava’da 2 mm kalınlığında bir tabaka hâlinde depo edilmiş, yollar ve çatılar 3 aydan fazla küller altında kalmış ve çiftçiler bu külleri sepetlerine doldurarak tarlalarını gübrelemişlerdi. Adanın verimli volkanik toprakları üzerinde 120 milyon kişi yaşar -bu tüm Endonezya adalarında yaşayan nüfusun yaklaşık 2/3’ü ve tüm bölge nüfusunun 1/4’ü kadardır. Bölgenin nüfus dağılım haritası incelendiğinde, Malaya yarımadasının batı kıyısı boyunca yayılış gösteren, fakat ne alüvyal ne de volkanik topraklarla ilişkili olmayan nispeten yoğun nüfuslu bir kuşak göze çarpar. Bu, Güneydoğu Asya’da nüfusun toplanma alanları için üçüncü bir kaynağı gösterir: plântasyon ekonomisi. Gerçekten de Avrupalıların bölgeye tanıttığı plântasyonlar hiçbir yerde Malaya’da olduğu kadar ekonomik coğrafyayı değiştirmemişlerdir. Kuşkusuz modern Malezya’nın plântasyon ekonomisi olmaksızın bu derece yoğun nüfuslanmış bir çekirdek alan olarak gelişebileceğini söyleyebilmek güçtür. Güneydoğu Asya’da özellikle yağmur ormanları ile kaplı olan yüksek alanlar nüfusun en seyrek olduğu kısımlardır. Geniş alanlar kaplayan ormanlık alanlar, daha önce tarımsal faaliyet için açılmış bir alanın yeniden kendine gelebilmesi ve ıslah edilebilmesi için yıllar boyunca terk edilmesi gerektiğinden, yalnızca dağınık ve az sayıdaki nüfusu besleyebilmektedirler. Geçime dayalı göçebe tarımsal faaliyetlerin hâkim olduğu bu alanlarda, bazen avcılık ve toplayıcılık gibi faaliyetler geçim tarımına eşlik etmektedirler.

Bölge nüfusunun çoğunluğu kırsal alanlarda yaşar. Tarımsal yerleşmelerin en ortak şekli toplu ya da çekirdekleşmiş köylerdir. Fakat bunlar farklı tip (örneğin Merkezi Burma’daki surlu köyler) ve büyüklüklere (örneğin Merkezi Tayland’daki köyler büyük, Endonezya’da Cava ve Sumatra’da ya da kıtasal Güneydoğu Asya ve Kalimantan’ın yüksek alanlarındaki köyler ise daha küçük tiplerini oluştururlar) sahiplerdir. Şehirler ise bölgenin bir ucundan diğerine benzer arazi kullanılış kalıpları sergilemektedirler:

hepsi hızlı bir nüfus artışına sahne olurlar;
varlıkları son derece azalmakla birlikte, yabancılar hâlâ şehirlerin ticari yaşamlarında karar verici rol oynamaktadırlar.
büyük kıyı şehirleri hem başlıca limanlar olarak dış ticaret ve denizcilik faaliyetlerine hizmet verirler hem de iç kısımlardaki toplama-dağıtma faaliyetleri için de birer merkez hâline dönüşmüşlerdir.
hepsi birbirine benzer şehir içi arazi kullanılış kalıpları sergilerler. Bölge ülkelerinin hemen tümünde şehirsel nüfusun büyük bir kısmı “başlıca şehir”de (ya da “primate city”de) yaşamaktadır.

Güneydoğu Asya’da üç tarımsal sistem yaygındır:

Göçebe tarım faaliyeti; Vietnam ve Laos’da Annam Sıradağları, Tayland’ın doğusu, Burma’daki dağlık alanlar, Kalimantan (Borneo), IrianJaya, Sumatra’nın büyük kısmı ile Malay yarımadasının doğusunda ormanlarla kaplı yüksek alanlarda yaşayan kabile gruplarının önde gelen ekonomik faaliyetidir. Ağaçların kesilip yakılmaları ve bunların külleri ile toprağın verimliliğinin arttırılmasına dayanır; verim ya da alınan ürün miktarı azaldığında da bu alanları terk edilir ve başkan bir yerde aynı döngü tekrarlanır. Fakat çevre üzerindeki etkileri (özellikle ormanların tahribi) konusunda önemli tartışmalar bulunmaktadır.
Sulamalı pirinç tarımı; bölgede tarımsal faaliyetin en ortak ve en yaygın şeklidir. Delta ovaları, vadiler ve taraçalandırılmış yamaçlar gibi yoğun olarak ekili alanların çok büyük kısmında sulamalı pirinç tarımı (paddy) yapılmakta ve bölge dünyanın pirinç üretim (Güney Asya ile birlikte % 90’ın fazlası) merkezi olarak görülmektedir.
Plântasyon Tarımı; bu ticari tarım türü bölgede Avrupalılar tarafından başlatılmıştır. Günümüzde en önemli ürünler kauçuk, palmiye yağı, kahve, çay, tütün ve hindistan cevizidir.

Güneydoğu Asya farklı özellikler sunan ormanlarında çeşitli kaynaklara sahiptir. Bölgede geniş yayılış gösteren tropikal yağmur ormanlarından elde edilen kereste ürünleri (tik, abanoz, sandal ve daha çok Filipinler’e özgü maun) ülkelerin çoğu için büyük öneme sahiptir. Özellikle Malezya, Endonezya, Filipinler, Myanmar, Tayland ve Vietnam’da ormanlardan faydalanma ekonomik yapıda büyük öneme sahiptir. Bölge, diğer yandan, aralarında metal madenler ve fosil yakıtların da bulunduğu, bazı önemli maden kaynaklarına da sahiptir. Bu kaynakların en çok bilineni, başlıca üretim kuşağının Malay Yarımadası ve komşu adalarda yer aldığı kalaydır. Ayrıca bakır (Filipinler’in kuzeyinden başlayarak Moluk Adaları’na ve Yeni Gine’de Bougainvill’e kadar uzanan alanda), nikel (Endonezya ve Filipinler’de yoğunlaşmıştır), demir (Malaya ve Filipinler’de) ve petrol (Endonezya, Malezya, Brunei, Myanmar, Tayland, Vietnam ve Filipinler’de) yatakları da bölgesel öneme sahiptir. Güneydoğu Asya’da sanayi faaliyetleri ise sömürge döneminde gelişmeye başlamış ve 20. yüzyılın son çeyreğinde bu gelişme kuvvetlenmiştir.

4.4. Güney Asya

Güney Asya başlıca beş bölgeye ayrılabilir:

Hindistan;
batı, Pakistan’da odaklanır;
doğu, Bangladeş’te odaklanır;
güneydeki adalar –Sri Lanka ve Maldivler ve
Keşmir’den Nepal ve Bhutan’a kadar olan kuzeydeki dağlık alan.

Fizyografik bölgeler açısından bakıldığında ise, açıkça kendisini belli eden üç büyük bölge ayırmak mümkündür:

Kuzeydeki Dağlık Alan: Kuzeybatıdaki Hindu Kuş ve Karakurum sıradağlarından başlayıp ortada kalan Himalayalarla uzantısını Bhutan’daki dağ sıralarına ve en doğudaki Hint eyaleti ArunaçalPradeş’e kadar sürdürür. Fakat bölgenin en büyük ülkesi Hindistan’da asıl ağırlığını hissettiren bu alt-bölge değil, aşağıda ele alınan diğer iki bölgedir.
Akarsu Havzalarının Düzlükleri: Çoğu kez genel bir adla “Kuzey Hindistan Ovası “olarak da anılan bu kuşak:
Pakistan’ın aşağı İndus vadisinden (bu alan Sind olarak bilinir) başlar, daha sonra
Hindistan’da Ganj nehri vadisinin yarattığı geniş ovayı içine alır ve doğuda
Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra’nın birleşerek yarattığı büyük çifte deltaya doğru doğuya uzanır.
Güney Platosu: Hindistan yarımadası, esas olarak, dev DekkanPlatosu’nun egemen olduğu bir alandır. Dekkan (“Güney” demektir) doğuya doğru eğrilmiş ve bu yüzden de en yüksek kesimleri batıda yer almıştır. Dekkan’ın kuzeyinde başka iki plato daha uzanır: Batıda Merkezi Hint Platosu ve doğuda da Chota-Nagpur Platosu. Bu platonun kenarları aynı zamanda da Gatlar denilen (sözcük olarak anlamı tepeler –bir başka anlamı da merdivenler) dağlarla belirlenmiştir ve Gatlar oldukça dar kıyı ovalarına doğru inerler.

Doğu Asya ülkeleri 1.5 milyara yaklaşan toplam nüfuslarıyla dünyanın en büyük iki toplanma alanından birisini (diğeri Doğu Asya) oluşturmaktadırlar. Güney Asya, aynı zamanda da, dünyanın bilinen en eski medeniyet-kültür ocaklarından birisidir ve daha sonra Britanya sömürge imparatorluğunun da köşe taşlarından birisi olmuştur.

Güney Asya olarak ayrılan bölgede yer alan ülkelerin kendilerinin başka yerlerden ayırt edilmelerini sağlayan özellikleri vardır ve bunların bazıları oldukça çarpıcıdır. Kısaca özetlemeye çalışarak bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

Nepal, Dünyanın Tek Hindu Krallığı’ydı –28 Mayıs 2008’de “Cumhuriyet” hâline gelmesine karar verildi. Bununla birlikte, önemli fiziki coğrafya özellikleri de vardır: Bunların başında da yükselti gelir: en alçak nokta 70 m’de başlar ve çok kısa bir mesafe içinde en yüksek nokta 8,850 m’deki Everest Tepesi’ne tırmanır. Dünyanın en yüksek 10 zirvesinden 8’i burada yer alır; “Üçüncü Kutup” denilen Everest de burada alır. Diğer dağların büyük kısmı yine 8.000 m’nin üzerindedir.

Bhutan, Dünyanın Tek Budist Krallığı’dır. Küçük Bhutan Krallığı bir yüksek dağlar ve derin vadiler ülkesidir. Güneyde Hindistan sınırında 12 ile 16 km arasındaki genişlikte Duars denilen dar bir alçak alan, bir ova uzanır. Kuzeyde İç Himalayalar denilen yüksek dağlar geniş ve derin vadilerle parçalanmış durumdadır. En uzak kuzeyde ise Büyük Himalayalar burada da 7.000 m’nin üzerinde yükselirler. Yüzyıllarca dış dünyadan yalıtılmış olarak kalmış; krallık hiçbir zaman yabancı istilasına uğramamış ya da başkaları tarafından fethedilmemiştir.

Sri Lanka, “Güney Asya Trajedisi” olarak anılan bu ada-ülke ekonomik sorunlar kadar, bazıları Hindistan ve Pakistan’ınkiyle aynı fakat bazıları onlarınkinden değişik siyasal sorunlarla da uğraşmak zorundadır. Sri Lanka Hindistan Yarımadası’na yakınlığı ve okyanusla bağlantılı ticaret ve fetihlere açık olmasından kaçınılmaz bir şekilde etkilenmiştir. Tamillerle Sinhalezlerin çatışmasından dolayı burada oluşmuş olan “devlet içinde devlet” ya da “insurgentstate” modeli yakın yıllarda (Küba, Nikaragua, Peru gibi) başka ülkelerde de görülmüştür.

Bangladeş’e yapılabilecek ilk yakıştırma “Şanssız Ülke” olmaktadır. Bangladeş, gerçek bir fizikiyerdir; neredeyse tek bir bölgeden oluşmuştur: tümü, popüler bir deyimle “deltaik”tir. Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin (ve de Meghna) birleşik deltası ülkenin tümüne yakınını kapsar, tümüne yakınını ilgilendirir. Arazi her iki akarsudan ayrılan, bazen 30 km genişliğe erişen ama derinliği 5 m’yi geçmeyen 200’den çok dağıtım kanallarıyla parçalara ayrılmıştır. Ganj-Brahmaputra delta ovası akarsuların yarattığı kanallardan meydana gelmiş bir labirent gibidir. Az ve özdeyişle burası “yeni çamur, eski çamur ve bataklık” diye tanımlanır. Eğer genel olarak bu kesimdeki ayrı ayrı alanların tümünü deltaik özellik olarak alırsak (ve Meghna’nın gerisindeki Surma Vadisini de katarak), o zaman burası dünyanın en büyük deltası olur. Ama sözcük anlamını kesin ve dar şekliyle alırsak, Ganj, Ganj-Brahmaputra ya da başka bir deyişle Bengal Deltası çok daha küçüktür ve tanımlanması da hiç kolay değildir. Bu bakımdan bölgenin çok büyük kısmı gerçek delta ile kuzeye doğru büyük alüvyal yelpazeler kütlesi –Strickland’sparadelta- olarak nitelenebilir. Buradaki deltanın tanımı için çok girişimler yapılmıştır.

Ama Bangladeş aynı zamanda gerçek bir beşerî yerdir –dünyadaki en yoksul ülkelerden birisidir. Kişi başına 470 $ yıllık geliriyle, Birleşmiş Milletler dünya sıralamasında 186’ıncı sıradadır. Hindistan’ın büyük kısmında olduğundan çok daha yüksek olan nüfus artışı Bangladeş’in en büyük derdidir.

Pakistan; Kuruluşundan sonra sürdürdüğü tek bir ülke hâlinde ayakta kalma savaşı “yeni bir meydan okuma” olarak algılanan Pakistan için “eğer Mısır’a ‘Nil’in hediyesi’ denilirse, Pakistan’a da “’İndus’un hediyesi’ denilebilir” yorumu getirilmiştir. İndus nehri ve en büyük kolu Sutlej (Satleç) bu çok nüfuslu ülkenin kalbini meydana getiren yaşam damarlarını beslemektedirler.

“Meydan Okuma” şeklindeki nitelemenin nedeni 1970’lerin başında, tamamen yeni bir başkentin Rawalpindi’den kısa bir mesafede Keşmir sınırında “İslamabad” adıyla kurulmuş olmasıdır. Bu yeni planlı şehir bu konumuyla ve adıyla çatışma hâlinde olduğu Hindistan’a bir meydan okuma olarak algılanmıştı. Bu durum da yalnızca Pakistan’ın kültürel ve ekonomik heartland’inin içerde bulunma konumunu doğrulamakla kalmamakta, aynı zamanda da ülkenin kuzeydeki varlığını mücadele içinde vurgulamaktaki kararlılığını da göstermektedir. Pakistan’ın aşırı derecede sınıra yakınlık gösteren Lahor yerine Karaçi’yi seçerken gösteremediği bir güvenlik duygusunun da delili olmaktadır. Ayrıca, başkente İslâmabad adını vererek de, Pakistan, Müslüman olan temelini Hindu meydan okuyuşuna karşı ilân etmiştir.

Hindistan; “Hindistan alt-kıtası, çeşitli ırkların ve insanların toplanıp içine yakalandığı derin bir ağ olmuştur hep”. “Hindistan yaşamın hemen her anında her çağdan meraklı dikkatleri kendine çekmiştir, onları heyecanlandırmıştır”. Bunları söyleyen Rennell şöyle sürdürüyor sözlerini: “İklimin çekiciliğiyle yaratılan yumuşaklık ve kadınsılık ve neredeyse kendiliğinden üretim yapan toprağın çoğaltıcı doğası Hindistan halkını daha güçlü komşularının saldırılarına açık tutmuş ve onları her yabancı saldırgan için kolay av kılmıştır. Sonuç ise, Hindistan’ın dalga dalga fetih ve yerleşmelere sahne olmasıdır”.

Büyük Güney Asya üçgeninin yaklaşık üçte ikisini tek başına kaplayan ülke Hindistan’dır; günümüzün dünyadaki en çok nüfuslu demokrasisi ve en büyük nüfuslu federal devletidir. Hindistan’da Sahra-altı Afrika, buna ek olarak Kuzey Afrika/Güneybatı Asya’nın birlikte nüfuslarından daha fazlası yaşamaktadır –yani 74 ülke nüfusu toplamından daha çok… Eğer Hindistan tek bir devlet olarak kalabilirse, dünyanın da nüfus bakımından birinci en büyük ülkesi olacaktır. Bir üniter ülke olma durumunu sürdürdükçe de yirminci yüzyılın siyasal-coğrafi mucizelerinden birisi olacaktır. Hindistan korkunç bir etnik, dinsel, linguistik ve ekonomik zıtlıklar ve farklılıkların mozaiği hâlindedir; birçok ulusun içinde yaşadığı bir devlettir; yarım yüzyılı biraz aşan sürede temelde demokratik bir ülke olarak kalmayı ve federal sistemi sürdürmeyi başarmıştır.

Hindistan 28 eyalet ile eyalet toprağı adını taşıyan 7 idari birimden oluşmaktadır. 1947’de bağımsızlığın ardından Hindistan hükümeti ülkeyi bölgesel dillere göre yeniden örgütlemiş ve tüm Hintlilerin 1/3’ü tarafından konuşulan Hindi tüm ülke için resmî dil ilan edildi. Ancak, daha çok kuzeyde toplanmış olan bu dili konuşan grubun egemenliğini istemeyen güneydeki Hintliler buna tepki gösterdiler ve şiddet olayları meydana geldi; bu nedenle de bu karardan hemencecik vazgeçip resmî dil olarak (“şemsiye” dil) İngilizce benimsendi. Günümüz Hindistan’ının belli başlı bölgesel dillere göre ayrılmış siyasal-coğrafi çerçevesi Hindistan’daki birçok toplum için doyurucu olmamıştır; resmen kabul edilmiş 17 dilin dışında da birçok dil konuşulmaktadır. Din de Güney Asya’nın ve Hindistan’ın siyasal coğrafyasını biçimlendirmeye devam etmektedir. 1947’de Güney Asya alt-kıtasının parçalanmasıyla bir Hindu kesim (Hindistan) ve bir de Müslüman kesim (Pakistan) ortaya çıkmasından da dinsel farklılıklar sorumluydu. Hindistan nüfusunun büyük çoğunluğu –% 83’ü- Hindudur; nüfusun % 12 kadarını oluşturan Müslümanlar (Hindistan Endonezya ve Pakistan’dan sonra en fazla Müslüman nüfusa sahip ülke) ile % 2 kadarını oluşturan Sihler önemli azınlık guruplardır. Hiyerarşik düzende en yüksek kastlar sırasıyla Brahmanlar, Kshatriyas, Vaçyaslar, Çudraslar’dır. Bu dört grubun altında, en aşağıda da hiçbir kasttan olmayanlar, yani “Dokunulmazlar” denilen ve topraktan geldikleri sanılanlar bulunur. Toplumun en kirli işlerini (hayvan kesmek, deri tabakhanelerinde çalışmak, çöpçülük yapmak vb gibi) yapan bu gruptur.
4.5. Güneybatı Asya (Orta Doğu)

Orta Doğu, tarih öncesinden günümüze kadar sayısız etnik grupların gelişip yayıldığı, bir yandan en ilkel topluluklar yaşarken diğer yanda en büyük medeniyetlerin kurulduğu Asya kıtasının batı ucunda yer alan bir bölgedir. Bölge Türkiye’den İran’ın doğu sınırına kadar uzanır ve Arabistan Yarımadası’nın güneyine kadar olan toprakları da içine alan yaklaşık 6.5 milyon km2’lik bir alan kaplar. Orta Doğu’nun yüzey şekilleri birbirine hiç benzemeyen iki büyük üniteden meydana gelmiştir:

Yüksek Saha; bölgenin kuzey ve kuzeydoğusunda kalan kısmını kapsar ve coğrafi görünüme genç kıvrımlı dağ sıraları ile yükselmiş relief şekilleri egemendir.
Arap Plâtosu; Bu bölüm bütünüyle eski ve devamlı aşınmaya uğramış bir özelliğe sahiptir. Kuzeyin en belirgin özellikleri olan kıvrımlar ve yüksek dağ sıraları ile dinamizm, Arap Plâtosu’nda yerlerini alçak plâtolar ve ovalar ile statik yapıya bırakmışlardır. Bu çok farklı iki bölüm arasında, onların çeşitli özelliklerini taşıyan üçüncü bir bölüm, “Geçiş Zonu” yer alır. Orta Doğu’da genç dağlar yaklaşık 2.5 milyon km2 alan kaplarlar. Bölge kuzeyde, doğudan batıya iki büyük sistem tarafından geçilmektedir: Kafkas Dağları ile güneyinde uzanan Karadeniz Dağları ve Elbruzlar Alplerin Kuzey Kolu’nu, daha güneyde Toroslar ve Zağroslar ise Alplerin Güney Kolu’nu meydana getirirler. Bu iki kol bir “Ara Bölge” ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Ara Bölge, bu iki kol arasında oluşmuş bir havza olmakla birlikte, ortalama yükseltisi 1.000 m olduğundan yükselmiş bir plâto olarak belirmektedir.

Orta Doğu’da ovalar diğer morfolojik ünitelere göre oldukça az alan kaplarlar; hatta Yüksek Saha’da yok denecek kadar azdırlar. Bunun en önemli nedeni, Yüksek Saha’nın bütünüyle dağlar ve yüksek plâtolardan meydana gelmiş olmasıdır. Bölge ovalarının bir kısmı Yüksek Saha’da ve onun Ara Bölge’si içinde (gerçek görünümleri ile İç Anadolu’da ortaya çıkarlar ve Merkezi İran’a kadar bağımsız şekiller hâlinde uzanırlar), bir kısmı da Yüksek Saha’nın kenar bölümlerinde (oluşmalarında tektoniğin rolü büyüktür ve en zengin örnekleri Türkiye’de, Marmara ve Ege bölgelerinde görülür) yer alırlar. Ayrıca alüvyal ovalar (Karadeniz Bölgesi’ndeki Çarşamba, Bafra ve Karasu ovaları gibi) ve kuzeyde Kura Depresyonu, Çukurova ve Mezopotamya Ovası gibi daha farklı karaktere sahip ovalar da bulunmaktadır. Bölgede çöller çok geniş sahalar kaplar; İran’ın kuzeydoğusunda Horasan’dan başlar, Mezopotamya vadisinin batı kenarında devam eder, Büyük Suriye Çölü’nden itibaren güneye doğru Umman Denizi’ne kadar uzanarak Arap Plâtosu’nun büyük çoğunluğunu (DaştiLut, DaştiKavir, Rubülhâli Çölü, Büyük Suriye Çölü, Büyük Nefud Çölü, Küçük Nefud Çölü başlıcalarıdır) kaplarlar.

Orta Doğu’da akarsu şebekesi bölgenin her yerinde aynı özelliklere sahip bulunmaz. Bölgede üç farklı drenaj şebekesi ayırt edilmektedir:

Ekzoreik (Denize Akışı Olan) Sahaların Drenaj Şebekesi: Özellikle Yüksek Saha’da, bol yağış alan alanlarda yoğundur. Türkiye’nin hemen her yeri, Elbruz ile Zağros dağlarının üzeri, Doğu Akdeniz kıyısında yer alan dağlar ile güneyinde Kızıl Deniz boyunca uzanan plâtoların denize bakan yüzleri bu sahalar içinde kalır. Ekzoreik sahalardaki akarsular, basit (Kafkaslarda İngur ve Kura; Karadeniz Dağları’nda Değirmendere, Kızıldere ve İkizdere; Toroslar’da Dalaman, Aksu, Köprüsu ve Manavgat gibi) ve kompleks (Türkiye’de Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Seyhan, Ceyhan, Küçük Zap ve Asi; İran’da Kızıluzun, Karun, Mend; İran ve Irak’ta Büyük Zap ve Diyala gibi, Fırat ve Dicle ise Orta Doğu’da kompleks akarsu şebekesinin en karakteristik örnekleridir) olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Andoreik (Denize Kesintili Olarak Akışı Olan) Sahaların Drenaj Şebekesi: Genellikle Yüksek Saha’nın iç kısımları ile Doğu Akdeniz kıyı bölgesindeki Gor Çukuru sahasında yer alır.
Areik (Dışarıya Akışı Olmayan) Sahaların Vadi Şebekesi: Bu tür sahalar genellikle Arap Plâtosu’nda yer alırlar.

Kuzeyden güneye yani Kafkas Dağları’ndan Aden’e kadar uzanan alan üzerinde, Orta Doğu’yu üç iklim kuşağına -“Ilıman Kuşak”, “Sıcak Kuşak” ve “Subtropikal Kuşak”- bölünmektedir. Fakat bu kuşaklar çok düzenli değildir; Arap Plâtosu dışında, kısa mesafeler içinde önemli değişiklikler görülebilmektedir. Sıcaklıklar da bölgenin her yerde aynı değildir. Özellikle yaz sıcaklıkları çok yüksektir; örneğin Bağdat’ta 400C’nin üzerinde iken İran’ın güneybatısındaki Huzistan bölgesinde 53.90C olarak kaydedilmiştir. Kış mevsimi ise, enlem derecesinin düşüklüğüne rağmen bölge sürekli “Kontinental Polar Hava Kütlesi”nin baskısı altında kaldığı için, Arabistan’ın kuzey bölümü de dâhil olmak üzere oldukça soğuk geçmektedir. En düşük sıcaklık Türkiye’de Karaköse’de -430C olarak kaydedilmiştir; Tebriz ve Meşet’te de sırasıyla -27.80C ve -23.90C’lik değerler kaydedilmiştir. Orta Doğu yağış şartları bakımından ise gerçekten bir geçiş sahasında yer almaktadır. Çünkü bölge kuzeyde Ilıman Kuşak’ın nemli iklim tipinin etkisi altında bulunmakta, buna karşılık güneyi tümüyle yağışsız bir bölüm içinde yer almaktadır. Orta Doğu’da çevre koşullarındaki bölgesel farklılıklar doğal bitki örtüsünde de görülmektedir. Bölgenin kuzeyinde Karadeniz kıyılarında, Kafkaslar, Elbruzlar, Zağroslar ve Lübnan dağları üzerinde nemli ve subtropikal ormanlar; Arabistan Yarımadası’nın tamamı ile Ürdün ve Irak’ta çöl sahalarının bitki örtüsü; İç ve Doğu Anadolu’nun yüksek plâtolarında, Güney Kafkasya, Azerbaycan, Ermenistan plâtolarında, İran’da, Yukarı ve Aşağı Mezapotamya’da, Güneydoğu Anadolu’da ve Orta Suriye’de stepler, gerçek Akdeniz ikliminin görüldüğü alanlarda da Akdeniz âleminin bitki örtüsü geniş yayılış alanına sahiptirler.

Orta Doğu günümüzde yaklaşık 300 milyon nüfusa sahiptir. Fakat nüfusun dağılışında belirgin bir eşitsizlik görülmektedir. Bölgede nüfus“Yüksek Saha” ve “Ara Bölge” olarak adlandırılan, diğer bir ifadeyle genel olarak sıcaklık, yağış ve toprak koşullarının yaşamaya ve tarımsal faaliyete (özellikle sulamaya) elverişli olduğu alanlarda yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin Karadeniz, Marmara ve Ege kıyıları, Doğu Akdeniz kıyı şeridi, Hazar Denizi ve Basra Körfezi kıyıları, Mezopotamya ile Dicle ve Fırat nehirlerinin vadi boyları bölgenin en yoğun nüfuslanmış alanlarını oluştururlar. Mutlak kuraklığın hüküm sürdüğü çöller ile yaşam koşulların çok güç olduğu çöllere komşu alanlar ise nüfus kümelerinden yoksundur. Bölge nüfusu dinsel, dilsel ve etnik açıdan önemli farklılıklar göstermektedir. Orta Doğu yerkürenin yerleşme tarihi içinde, ilk şehirleşme hareketlerinin başladığı bölgelerden birisidir. Günümüzde bölge nüfusunun % 55’i şehirlerde yaşamaktadır. Kırsal yerleşmeler ise köyler ve bazıları geçici bazıları sürekli daha küçük iskân şekilleri (mahalle, yayla, kom, mezra, oba ve çiftlik gibi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür yerleşmeler Yüksek Saha ülkelerinde kıvrımlı ve ara bölgede dikkati çekerler. Alçak Saha’da kır yerleşmeleri çoğunlukla küçük köyler ya da (sayıları giderek azalmakla birlikte) göçebe hayvancılık yapan grupların geçici yerleşmeleri şeklindedir.

Orta Doğu ülkeleri ikili bir ekonomik yapıya sahiptirler. Bölge her şeyden önce dünya enerji coğrafyasında büyük önem taşıyan petrolün başlıca üretim ve ticaret alanlarından birisidir; fakat bu doğal kaynak bazılarında bol miktarda bulunurken, bazılarında hemen hiç yoktur. Diğer yandan, Türkiye ve İsrail dışında sanayi faaliyetleri bölge ülkelerinde pek gelişmemiştir. Bu nedenle temel geçim kaynağını hâlâ büyük ölçüde tarım faaliyetleri oluşturmaktadır. Bölge nüfusunun yaklaşık % 65’inin geçimini tarımdan karşıladığı tahmin edilmektedir. Fakat bölgenin yerleşim tarihi kadar eski olan bu faaliyet zamanımızda birkaç ülke dışında istenilen düzeyde gerçekleştirilememektedir. Bölgenin kuzeyinde relief, güneyde ise klimatik faktörler tarımsal faaliyetin alanını daraltmakta ve sınırlarını çizmektedir. Orta Doğu’da ekonomik yaşamda hayvancılık önemli bir yere sahiptir; geniş alanların ot örtüsü (steplerden Alpin çayırlara kadar değişen) ile kaplı olması kuşkusuz bunda büyük paya sahiptir. Bölge dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olmasına rağmen, sanayi faaliyetleri gelişmemiştir. Bununla birlikte, bölgede tarımsal faaliyete ve madenciliğe dayalı bir imalat sanayisinin varlığı belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Modern sanayi faaliyetlerinin gelişmiş olduğu ülkelerin başında Türkiye, İran ve İsrail gelmektedir. Orta Doğu’da geçmişi oldukça eskiye dayanan önemli bir sanayi kolu da madenciliktir. Fakat Orta Doğu yeraltı kaynakları bakımından asıl zenginliğini petrole borçludur. Orta Doğu petrol rezervleri açısından dünyadaki en önemli bölgelerden birisidir. Özellikle Ara Bölge’de İran’da Huzistan’daki, Irak’ta Basra Körfezi kıyıları ile Musul’daki, Suudi Arabistan’daki, körfez ülkelerinin kıyılarındaki ve Hazar Denizi kıyılarında Bakü çevresindeki petrol havzaları büyük rezervlere sahiptir.

Uygulamalar

1) Öğrenci bu dersi Asya ile ilgili bölgesel haritalar eşliğinde okumalı ve bölgelerin lokasyonlarını kavramalıdır. Bu konuda, ilgili web sitelerine (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.

Bölüm Özeti

Bu bölümde, Asya’nın alt bölgelerinden dördü –Doğu Asya, Güney Asya, Güneydoğu Asya ve Orta Doğu- genel fiziki ve beşerî özellikleri ile ele alınmıştır

Doğu Asya hem coğrafi hem de kültürel özellikleri açısından “Doğu” olarak adlandırılmaktadır. Bölge dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden birisidir; Asya nüfusunun yaklaşık % 38’i, dünya nüfusunun ise % 22’si (yaklaşık 1.5 milyar kişi) burada yaşar. Çin(tam adıyla Çin Halk Cumhuriyeti); Doğu Asya’nın nüfus ve toprak bakımından en büyük ülkesidir; 9,640,821 km2’lik yüzölçümü ile fiziksel olarak tüm Asya’ya egemendir. Aynı zamanda, 1.34 milyara yaklaşan nüfusu ile yalnızca Doğu Asya’nın değil dünyanın da en fazla nüfusa sahip ülkesidir. Günümüzde dünya toplam nüfusunun yaklaşık 1/6’sı Çin topraklarında yaşamaktadır.

Güneydoğu Asya, Asya kıtasının güneydoğu köşesindeki sayısız adalar, yarımadalar ve bunların arasına giren sığ iç denizlerden oluşan bir bölgedir. Bölge toplam 4.6 milyon km2’lik yüzölçümüyle dünya yüzölçümünün yalnızca yüzde 3’ünü kaplar. Günümüzde 500 milyonu aşkın insanın yaşadığı Güneydoğu Asya yüzölçümleri, nüfus yoğunlukları, kaynak potansiyelleri ve gelişme düzeyleri bakımından birbirinden çok farklı 10 ülke arasında paylaşılır: Myanmar, Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Malezya, Singapur, Endonezya, Brunei ve Filipinler. Güneydoğu Asya yakın yıllara kadar bir bütün olarak dünyanın yoksul bölgeleri arasında yer alıyordu. Fakat günümüzde bölgenin ekonomik coğrafyasında (daha çok sanayi ve özellikle imalât faaliyetlerinde) önemli bir büyüme bazı gelişmeler açıkça görülmektedir. Bununla birlikte, tarım bölge genelinde hâlâ en önemli ekonomik faaliyettir.

Güney Asya kıtanın diğer yerlerinden kuzeyden dünyanın en büyük sıradağları olan geniş ve muazzam Himalayalarla, doğu ve batıya doğru da bunların uzantılarıyla ayrılmıştır. Kuzey, doğu ve güneye doğru Güney Asya dağlar, ormanlar, kıyılarla çevrilmiştir ve bu durumuyla da dünyanın en iyi tanımlanmış fizyografikalemlerinden birisini oluşturmaktadır. Gerçekten de Güney Asya âlemini olağanüstü fiziksel zıtlıklar tanımlar. Dünyanın en kurak yerlerinden biri de, en fazla yağışlı yerlerinden biri de bu âlemde yer alır; tüm dağ sıralarının en yüksek ve en büyükleri devasa akarsu yataklarının etrafını çevreler; yoğun yağmur ormanları yaşamsız çöllerle zıtlık oluşturur; bir alanda tarımın sorunu suyun azlığıyken, bir başkasında da çokluğudur. Bütün Güney Asya âlemi 4.516.396 km2’dir; batıda İran sınırından doğuda Myanmar’a ve Hindistan yarımadasının en güney ucundan Keşmir’in en kuzeyine kadar uzanır.

ASYA: NÜFUS VE YERLEŞME

Dünyada en fazla insanın yaşadığı kıta olan Asya’da nüfus 4 milyarı aşmıştır. Yalnızca Doğu Asya 1 milyar 571 milyon nüfusa sahipken onunla neredeyse yarış hâlindeki Güney Asya’nın nüfusu da 1 milyar 588 milyonu geçmiştir. Dağılışı bakımından dengesizlik gösteren Güneydoğu Asya’nın nüfusu 597 milyonu aşmışken, daha az nüfusa sahip Güneybatı Asya’da da 235 milyon kişi yaşamaktadır. Orta Asya’nın nüfusu toplam 167 milyonu bulurken Rusya’nın Asya kesiminin nüfusunun 39 milyon dolayında olduğu sanılmaktadır.

Etniklik ya da etnik yapı yaklaşımı Asya’daki halkların farklılığını incelemede ırksal yaklaşımdan çok daha doğru bir yaklaşımdır. Gerçekten de bu kıtada diller ve dinlerin başı çektiği çok sayıdaki kültürel farklılık halkları birbirinden ayırt etmeyi sağlamaktadır.

3.1. Demografik Özellikler ve Nüfusun Dağılışı

Asya ülkelerinin nüfusları (bazı nüfus özelliklerini gösteren ilgili tablodan da izlendiği gibi), 300 bin kişilik Maldivlerden başlayarak 1 milyar 338 milyonun üzerindeki Çin’e kadar uzanmaktadır. Zaten dünyanın hâlen en fazla nüfusa sahip 10 ülkesinden 7’si Asya’dadır. Çin’den başka bu ülkeler: Hindistan (1 milyar 189 milyon), Endonezya (236 milyon), Pakistan (185 milyon), Bangladeş (164 milyon), Japonya (127 milyon) ve nüfusunun büyük kısmı Avrupa’da yer almakla birlikte arazisinin büyük kısmı Asya’da yer alan Rusya (142 milyon). İşte bu yüzden “dünya karalarının üçte birine sahip, insanların üçte ikisinin yaşadığı kıta” denilmektedir.

Asya halklarının diğer bütün kıtalardakinden çok daha çeşitli-farklı olduğu kabul edilmiştir. Bu halklar yine diğer kıtalardakinden farklı bir dağılış kalıbıyla belirli yerlerde, özellikle de güney ve doğu Asya’da toplanma gösterirler. Kıtanın kuzey ve iç kesimlerde -ve aynı şekilde güneybatı Asya’nın da iç kesimlerinde- ortalama nüfus yoğunlukları hangi kriter alınırsa alınsın son derece düşüktür. Örneğin tüm Asya için nüfus yoğunluğu km²’de 126 olurken (Dünya 49), Moğolistan km²’de 2 kişi ile dünyadaki en düşük nüfus yoğunluğuna sahip ülkedir (Kazakistan’da 6, Türkmenistan’da ise 11 kişi düşüyor). Bu tür yerlerde halk nehir vadileri ya da vahalar gibi nüfus toplanma alanlarında yaşarlar –örneğin Taşkent gibi.

Kuzeyde, Sibirya’da ise yerleşmeler esas olarak Trans-Sibirya demiryolu ve ona uzanan kollar boyunca yer almışlardır. Doğu, Güneydoğu Asya’da ve Güney Asya’nın büyük bir kısmında halk oldukça küçük düzlüklerde öylesine bir toplanma gösterirler ki nüfus yoğunlukları buralarda km²’de 4,000’i geçer. Singapur, dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi olarak km²’de 6,785 kişiyi geçer; Çin’in bir bölümü hâline gelen sadece 500,000 nüfuslu Makao’da ise 20,346’dır ama Makao ayrı bir ülke olarak nitelenmez ve Singapur yoğunluk bakımından birinci durumdadır.

Demografik bakış açısından, Musonlar Asyası çok büyük öneme sahiptir. Hindistan’dan doğuya doğru Güneydoğu Asya ülkelerini geçerek ve kuzeyde de Kore Yarımadası ve Japonya’ya kadar uzanan bu kuşak, ikisi birlikte üç milyardan fazla nüfusa sahip Doğu ve Güney Asya nüfus toplanma alanlarını içine almaktadır. Burada yaşayanlar çok büyük ölçüde tarımsal köylerde yaşayan ve yaşamlarını devam ettirecek ürünleri yetiştirmek için yaz musonlarının getireceği yağışlara bağımlı olan kırsal toplumlardır. Başlıca gıdaları pirinç olan bu toplumlar, pirinci yetiştirmek için önce suya, sonra da suyu kolaylıkla yayabilecekleri düz alanlara ihtiyaç duyduklarından, bu nitelikteki alanlar Musonlar Asya’sında yüzyıllardan beri en çok tercih edilen ve sonuçta da en yoğun yerleşilen yerler olmuştur. Kuzeybatı Hindistan gibi kurak ya da kuzey Çin gibi yetişme devresinin kısa olduğu yerler ise kendilerine daha az nüfus çekmişlerdir.

Doğu Asya’da Çin’in nüfusu, uzun tarihi boyunca, tahmin edilemeyen düzeylere ulaşmıştır. Nüfus gelişmesi dünyanın arazi bakımından en büyük ülkelerinden birisi olmasına rağmen Çin’i km2’de 138 kişiyle dünyanın yoğun nüfuslu ülkelerinden birisi hâline getirmiştir. Ancak bu ortalama yoğunluk dengeli dağılmamıştır. Çin’in nüfus dağılış haritasından da izlendiği gibi, nüfusun büyük kısmı ülkenin doğusu boyunca uzanan ve yüzölçümünün yaklaşık üçte biri tutarındaki alanda toplanmıştır. Nemli bir özelliğe sahip bu alana genellikle Esas Çin denilir. Çin’in seyrek nüfuslanmış batı kesimi ise kurak ve dağlıktır. Yaklaşık 3.3 milyon km2 büyüklüğünde dev bir alan olan Çin’in iç kesimi ya da Çin Orta Asyası ülkenin 1.3 milyarın üzerindeki nüfusunun yalnızca 70 milyonuna sahip bulunmaktadır.

ASYA ÜLKELERİNİN BAŞLICA NÜFUS ÖZELLİKLERİ

Doğu Asya’nın nüfus ve toprak bakımından en büyük ülkesi Çin olmakla birlikte, en gelişmiş ve en yoğun nüfuslu ülkesi Japonya’dır. “Pasifik Kenarı” ekonomik gelişmesinin toplumu ve mekânı dönüşüme uğrattığı yer olan Doğu Asya’nın geleceğini ortaya koyan bölge ise Japonya, Kore (şimdilik Güney) ve Tayvan’ın oluşturduğu alandır. Kısaca Jakota Üçgeni olarak anılan bu bölge büyük şehirlerin sıralandığı, şaşılacak kadar çok hammaddenin tüketildiği, en son imalat tekniklerinin kullanıldığı, muazzam miktarlarda üretimin yapıldığı, küresel bağlantıların kurulduğu, ticaret fazlalıklarının yaratıldığı ve hızlı bir kalkınmanın meydana geldiği bölgedir.

Güneydoğu Asya’nın demografik önemi dünyanın en büyük iki toplanma alanına, Güney ve Doğu Asya’ya bitişik olması nedeniyle azalmaktadır. Bölgede birçok yerde yoğun tropikal ormanların yarattığı kısıtlamalar yüzünden tarımsal olanaklar gelişememiş, bu da nüfus dağılışına yansımıştır. Bölgenin kıyı kesimlerinde bile Güney ve Doğu Asya’daki kadar yoğunluk yoktur. Bölgenin toprak bakımından oldukça büyük bir ülkesi fakat en yoksulu olan Laos’un ancak 6.4 milyonun üzerinde bir nüfusu vardır. Bununla birlikte, tek tek ülkelerin nüfuslarının birleşmesiyle, Güneydoğu Asya’da toplam 597 milyondan fazla nüfus yaşamakta ve dünyanın nüfus bakımından dördüncü büyük ülkesi olan, tek başına 236 milyon nüfusa sahip Endonezya da bu bölge içinde kalmaktadır. Bölgedeki diğer dört ülke, Vietnam (89), Filipinler (94), Tayland (68) ve Myanmar’ın (54 milyon) her biri ayrı ayrı oldukça yoğun nüfusludur. Güneydoğu Asya’nın bazı kesimlerindeki nüfus yoğunlukları dünyadaki en yüksekler arasındadırlar.

Güney Asya’da ise, biraz önce değinilen Çin’den sonra dünyanın nüfus bakımından ikinci ülkesi Hindistan nüfus artışını ülke toplamına her yıl 19 milyon kişi ekleyecek bir hızla sürdürmektedir. Bunun yanında, Hindistan’da nüfus hâlâ tarıma en uygun koşullara sahip alçak alanlarda toplanmış olma özelliğini de sürdürmektedir. Hindistan’dan daha küçük olmakla birlikte, gerek Pakistan gerekse Bangladeş dünyadaki en fazla nüfuslu 10 ülke arasında yer alırlar. Birbirine zıt niteliklerdeki çevre sorunları her iki ülkedeki nüfus dağılışı ve yaygın yoksulluk üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Pakistan topraklarının önemli bir kısmı çöle yakın koşulardadır; yağış azlığı (hatta yokluğu) ülke nüfusunu büyük ölçüde sulamalı tarımın yapılabileceği İndus Nehri Vadisi’nde toplanmaya zorlamıştır. Diğer yandan, Bangladeş de, tersine, sık sık vuku bulan fazla yağıştan zarar görmektedir. Ganj-Brahmaputra deltasının en büyük kısmını kaplayan Bangladeş toprakları aşırı derecede düz ve deniz seviyesinden çok az yüksektedir; bu yüzden de doğal afetlerden kolayca zarar görebilmektedir.

Buna karşın, Asya’nın büyük kısmında ya kuraklık (ve çöller) ya da soğuk yüzünden nüfus seyrek dağılmıştır. Soğuk iklimlerde donmuş topraklar (permafrost), verimsiz topraklar ve iyi drene olmayan alanlar yerleşmeyi, tarımı ve hayvancılığı, dolayısıyla da gıda sağlanmasını engelleyen başlıca etkenlerdir.
3.2. Şehirleşme

Asya’nın büyük kısmında hâlâ kırsal nüfus egemendir; tüm kıtada ortalama olarak halkın yarıdan azı (% 41) şehirlerde yaşamaktadır. Bununla birlikte, şehirleşme ya da şehirlere doğru akış yakın zamanlarda tüm hızıyla süregelmektedir. Şehirli nüfus bazı ülkelerde ise egemen durumdadır: örneğin şehir-devlet olan Bahreyn, Katar, Hong Kong ve Makao (Çin’e ait), Singapur gibi küçük ülkelerde nüfusun % 100’ü; İsrail, Tayvan, Kuveyt gibi ülkelerde ise % 100’e oldukça yakındır. Buna karşılık Nepal (% 14), Sri Lanka ve Kamboçya (% 15) ve Laos (% 21) gibi bazı ülkelerde şehirli nüfus çok az bir yer tutmaktadır; hatta kıtanın ikinci büyük ülkesi Hindistan’da % 30’u bile bulamamıştır.

Dünyanın en büyük 26 şehrinin 15’i Asya’dadır. Ancak bu sıralamada yer alan şehirler tek başlarına birer şehir olma durumunu kaybetmişlerdir ve birkaç şehrin arada boşluk kalmaksızın metropoliten alan hâlinde toplanmasından meydana gelen birer “şehirsel âlem” durumu kazanmışlardır. İlk sıralarda yer alan 4 Asya şehri, birleştikleri diğer şehirleri de yansıtacak şekilde, 20 milyonun üzerinde nüfusa sahiptirler: Tokyo (Tokyo-Yokohama-Kawasaki-Saitama; Büyük Tokyo Alanı), Seul (Seul-Incheon,-Bucheon-Goyang-Seongnam-Suweon), Delhi (Delhi-Faridabad-Haryana-Gaziabad)ve Mumbai (Mumbai-Navi-Kalyan-Thane-Ulhasnagar; Büyük Mumbai). Şanghay, Karaçi, Beijing, Dakka ve İstanbul ise tek başlarına büyüyen şehirlere örnek oluşturmaktadırlar.

Asya gibi, çok çeşitli fiziki coğrafya özelliklerinin, çok büyük ve yüzlerce kültürün bulunduğu bir kıtada şehirlerin türdeşliğinden söz etmek, doğal olarak, mümkün değildir. Bununla birlikte, Asya şehirlerinin büyük kısmında gözlenen bir özellik, bunların çoğunun sanayi-öncesi bir karakter taşımalarıdır. Aslında dünyada modernleşmenin henüz değmediği hiçbir şehirden söz etmek mümkün değildir ama Asya şehirlerinin büyük kısmı ya bu modernleşmenin henüz başlangıcındadır ya da böyle bir etki hızla ilerleyememiştir. Birçok ülkede kırsal nüfus egemenliğine rağmen, çeşitli büyüklüklerde şehirler ülkelerin çekim ve idari merkezleri olarak işlev görmektedirler.

Asya şehirlerini belirtilmeğe değer önemli bir özelliği de çok büyük kısmında geçmişteki Avrupalı sömürge ya da ticaret döneminin etkilerinin mekâna yansımış olmasıdır. Karaçi, Mumbai, Colombo, Chennai, Kolkata, Rangoon (Yangon), George Town (Pinang), Kuala Lumpur, Singapore, Jakarta, Surabaya, Manila, Ho Chi Minh City (eski Saigon), Phnom Penh, Hanoi bunlara örnektir. Günümüzde ise bütün bu şehirler, Tahran, Şam, Kudüs gibi tarihi şehirler, İstanbul, Tel Aviv-Yafa, Taşkent, Beyrut, Ankara ve daha yeni şehirler artık kendilerine dev “kule” denen binalarıyla Amerikan şehirlerini örnek alan bir gelişme-değişme süreci içerisindedirler ve artık hepsi birbirlerine benzemeye başlamışlardır.

3.3. Etnik Yapı, Diller Ve Dinler

Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’nın anakarasında (özellikle Himalayalar ve Tibet kesiminde ve Moğolistan’da) Mongol-Moğol halklar egemendir. Güneydoğu Asya’nın takımadalarında Malay-Polinezya halkları egemendir. Güney Asya’nın üçte ikisi, Ortadoğu halklarına benzer şekilde Kafkas halkları kökenlidir; tıpkı Orta Asyalılar gibi. Buna karşılık Hindistan’ın güneyinde Dravidyen dilleri konuşan daha koyu renkli insanlar daha çoktur.

Hindistan’ın orta-kuzeyini kaplayan büyük kısmında Hint-Avrupa ailesi dillerinden Hindi dili egemen durumdadır. Fakat Hindistan’da mevcut yüzlerce dilin yarattığı çok-dillilikten dolayı, bu çekirdek alanda da başka dillerin egemen olduğu yerler (Batı Bengal’deBengali, gibi) vardır. Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki küçük bölge –Kafkaslar- çok sayıda dili barındırır. Gürcistan’ın resmî dili Gürcücedir ve 3 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır; Ermenistan’ın resmî dili Ermenice Kafkas ailesinden değildir ve Hint-Avrupa ailesine girmektedir. Aynı şekilde, Azerice de Altaik dillerden birisidir.

Altaik diller adlarını Orta Asya’daki Altay Dağları’ndan alırlar; fakat günümüzde bu aileye giren dilleri konuşanlar Balkanlar’dan Kuzeydoğu Asya’ya kadar geniş bir alana yayılmışlardır. En büyük alt-grubunu da Türk kökenli diller oluşturur; Türkiye’den başka bazı Orta Asya Türk halk grupları da konuşmaktadırlar. Altaik dil ailesinin ikinci büyük grubu Moğolistan’da ve Çin’in İç Moğolistan denilen bölgesinde konuşulan Moğolca’dır. Mandarin ya da Han Çince’si Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. Çince’nin (1 milyardan fazla insan konuşur) sayısal egemenliğine rağmen, Sino-Tibet dil ailesi coğrafi bakımdan dünya çapında geniş bir yayılma alanı göstermez. Bu dil ailesinin bölgesel dilleri, Çin diline benzer çevre koşullarında (Myanmar ve Tayland’ın büyük akarsu vadileri gibi) gelişme imkânı bulmuşlardır. Japon, Kore ve Vietnam dilleri bir dil ailesi meydana getirmezler; fakat her biri önemli miktarda insan tarafından konuşulur. Hindistan Yarımadası’nın güney kısmında Dravidyenailesinin dilleri konuşulmaktadır; ülkenin orta kısımlarından itibaren en kuzeye kadar Hint-Avrupa dilleri konuşulur.

Asya aynı zamanda dünyadaki belli başlı dinlerin ve başka birçok küçük dinin doğduğu ve beslendiği yerdir: Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet güneybatı Asya’da, Budizm ve Hinduizm Hindistan’da ve Çin dinleri denilen Konfüsyüsçülük ve Taoculuk da Çin’de. Her ne kadar doğrudan ve dolaylı etkisi büyük olmuşsa da Hıristiyanlık Asya’da çok küçük bir kesim tarafından (esas olarak Filipinler ve Güney Kore’de) sürdürülmektedir.

Uygulamalar

1) Öğrenci bu dersi Asya ile ilgili beşerî haritalar eşliğinde okumalı ve metinde geçen yerleşmelerin (özellikle başlıca şehirlerin) yerlerini bularak lokasyonlarını öğrenmelidir. Bu konuda, ilgili web sitelerine (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.

Bölüm Özeti

Bu bölümde Asya kıtasının genel beşerî özellikleri ele alınmış, ardından alt bölgelerden “Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası” genel özellikleri ile değerlendirilmiştir.

Asya 4 milyarı aşan nüfusu ile dünyanın en kalabalık bölgesidir. Dünyanın en fazla nüfusa sahip ülkesi olan Çin de bu bölgede yer almaktadır. Bölgede nüfusun dağılışında büyük farklılıklar görülmektedir. Genel olarak kuzey kıyıları, yüksek dağlık alanlar ve çöllerle kaplı kesimler nüfusun en az olduğu yerlerdir. Sibirya nüfus yoğunluğunun en az olduğu bölgedir. Nüfusun en yoğun olduğu yerler ise Güney ve Güneydoğu Asya’dır; tüm Asya nüfusunun %80’inden fazlası bu iki bölgede yaşar. Asya’nın Musonlar Asyası olarak adlandırılan bölgesi, tüm bölge nüfusunun % 55′ ini barındırır. Bu yoğun nüfuslu bölge aynı zamanda (Güney Amerika’dakiler ile birlikte) dünyanın en büyük şehirlerine (Tokyo, Beijing, Delhi, Karaçi, Dakka, Bombay gibi) de ev sahipliği yapmaktadır.

Asya aynı zamanda dünyadaki büyük semavi dinlerin de doğduğu bölgedir; İslamiyet, Hıristiyanlık ve Museviliğin her üçü de Asya’nın alt bölgelerinden Ortadoğu’ da ortaya çıkmıştır. Yine büyük nüfus topululuklarına hitap eden Budizm ve Hinduizm de Asya kökenli dinlerdir. Asya aynı zamanda medeniyetler beşiğidir. Türk, Çin ve Hint medeniyetleri bu kıtada binlerce yıldır varlıklarını devam ettirmektedirler. Kıtada 100′ ün üzerinde dil konuşulmaktadır. Başlıca dil ailelerinin hepsinin (Sami, Hind-Avrupa, Ural-Altay, Çin-Tibet) bulunduğu Asya, konuşulan dillerin(Arapça, Türkçe, Rusça, Farsça, Çince, Japonca, Bengali, Hint dilleri gibi) çokluğu bakımından da dikkat çekicidir.

Asya halklarının diğer bütün kıtalardakinden çok daha çeşitli-farklı olduğu kabul edilmiştir. Bu halklar yine diğer kıtalardakinden farklı bir dağılış kalıbıyla belirli yerlerde, özellikle de güney ve doğu Asya’da toplanma gösterirler. Kıtanın kuzey ve iç kesimlerde -ve aynı şekilde güneybatı Asya’nın da iç kesimlerinde- ortalama nüfus yoğunlukları hangi kriter alınırsa alınsın son derece düşüktür. Örneğin tüm Asya için nüfus yoğunluğu km²’de 126 olurken (Dünya 49), Moğolistan km²’de 2 kişi ile dünyadaki en düşük nüfus yoğunluğuna sahiptir (Kazakistan’da 3, Türkmenistan’da ise 11 kişi düşüyor). Bu tür yerlerde halk nehir vadileri ya da vahalar gibi nüfus toplanma alanlarında yaşarlar –örneğin Taşkent gibi. Kuzeyde, Sibirya’da ise yerleşmeler esas olarak Trans-Sibirya demiryolu ve ona uzanan kollar boyunca yer almışlardır. Doğu, Güneydoğu Asya’da ve Güney Asya’nın büyük bir kısmında halk oldukça küçük düzlüklerde öylesine bir toplanma gösterirler ki nüfus yoğunlukları buralarda km²’de 4.000’i geçer. Singapur, dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi olarak km²’de 6,785 kişiyi geçer. Çin’de ülkenin 1.3 milyarın üzerindeki toplam nüfusunun yüzde 90’sı toplam yüzölçümünün üçte birinde toplanmıştır. Çin’in bir bölümü hâline gelen sadece 500,000 dolayında nüfusa sahip olan Makao’da ise 20.346’dır ama Makao ayrı bir ülke olarak nitelenmez ve Singapur yoğunluk bakımından birinci durumdadır. Son derece sanayileşmiş Japonya’da bile halkın büyük kısmı en büyük şehirlerin yerleştiği sınırlı miktardaki düzlük alanlarda yaşarlar.

Author: RasitTunca

Bir yanıt yazın