AVRUPA: NÜFUS, YERLEŞME VE EKONOMİK FAALİYETLER
Avrupa’nın beşerî coğrafyasının ele alındığı altıncı bölümde, bölgenin yerleşilmesi, nüfusun dağılışı ve şehirleşme üzerinde durulacaktır. Daha sonra, “Sanayi Devrimi”nin beşiği olan Avrupa’da ekonomik gelişme ve sanayi faaliyetlerine değinilecek ve sanayi bölgeleri ele alınacaktır. Dersin son bölümünde Avrupa’nın bölgelerine giriş yapılacak ve beş bölgeden ilki olan “Batı Avrupa” da bu bölümde işlenecektir.
6.1. Nüfus ve Yerleşme
2000 yıldan fazla bir süredir Avrupa teknolojik yenilikler, toplumsal ilerlemeler ve insanlığın aydınlanmasıyla ilgili başka birçok gelişmenin ocağı olmuştur. Ticaret ve sömürgecilik faaliyetleri yoluyla Avrupalılar kendi kültürlerinin elemanlarını yakın yüzyıllarda dünyanın her tarafına yaymışlar; ancak, bunu yaparken yerli toplumlar üzerinde çok ağır etkiler bırakmışlardır. Avrupa kültür gelişmesinin geçmişi Nil Vadisi ve Güneybatı Asya’ya kadar uzanır. MÖ 5000 yılında neolitik insan, tarım ve hayvancılık uygulamalarını da beraberinde getirerek, Asya’dan batıya doğru göçe başlamıştı. Birkaç bin yıl içinde yerleşik hâle geçerek “medenileşmiş yaşam” kavramını ortaya çıkaran bu insanlar Avrupa’nın her yerine yayıldılar ve Avrupalı yaşam tarzını da yaydılar. Bu arada Yunan medeniyetiyle de bağlantılı olmuştu bu gelişmeler. Daha sonra Roma İmparatorluğu egemen kültürel güç hâline geldi ve MS 4. yüzyıl sonlarına doğru Roma’nın etkisi bütün Akdeniz alanına yayıldı ve kuzeyde İngiltere’ye kadar uzandı. Askerî fetihlerle, şehirler inşa ederek ve iletişimi kolaylaştıracak bir karayolları ağı oluşturarak, Roma, bütün imparatorluk boyunca süren bir kültürel iz bırakmıştı. Önemli katkıları arasında Latin dili, Hıristiyan dini, hukuk ve siyasetle ilgili kavramlar, tarımsal ve teknolojik uygulamalar ve sayısız şehrin kuruluşu vardır. Daha sonra, bilindiği gibi, Avrupa kültürü Karanlık Çağ denilen bir devire girmişti.
Onbeşinci yüzyılın keşifler ve icatlar çağının başlamasıyla birlikte, güç ve etkinin odak noktası İber Yarımadası’na ve yavaş yavaş da Atlas Okyanusu’na bakan diğer ülkelere kaymıştı. Önce Portekiz ve İspanya tarafından başlatılan, daha sonra İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın bu iki ülkeyi izlediği keşifler sömürge imparatorluklarının kurulmasına ve milyonlarca Avrupalının da Yeni Dünya’ya göçmesine yol açmıştı. Sömürgelerdeki çevre ve insan kaynaklarının işletilmesinin Avrupa’da belli başlı ekonomik ve siyasal güçlerin gelişmesine katkısı büyük olmuştur. Bununla birlikte, birçok kültürel özelliğin yayılmasında rol oynayan Avrupalılar, keşifler çağıyla birlikte, yalnızca kendi bildiklerini dünyanın başka yerlerine kabul ettirmeye çalışmamışlar, “bilgi güçtür” (Francis Bacon) inancıyla başkalarından da çok şey öğrenmişler ve benimsedikleri fikirleri dünyanın başka yerlerine taşımışlardı. Bu çağ boyunca bütün medeniyetlerle temasa gelen yalnızca Avrupalılar olduğu için de, dünya bilgi ve ürünlerinin “yıkanma“ yeri de Avrupa olmuştu. Böylece, hiyerarşik yayılma şeklinde kültürel yayılmayla küresel bilgi Avrupa’dan dünyanın diğer kısımlarına aktarılmaya başlandı.
Avrupalılar Asya’dan aldıkları şeker kamışını Karayip bölgesine taşımışlar; Güneydoğu Asya’daki muzu Güney Amerika’ya; kakaoyu Meksika’dan Afrika’ya, kahveyi Arabistan’dan Güney Amerika’ya getirip ekmişlerdir. İlginç olan husus da daha sonra bu ürünlerin yetiştirilmesinin getirildikleri ülkelerin en önemli tarımsal faaliyetleri hâline gelmesidir. Avrupalılar birçok maddenin üretiminin yerini değiştirmekle kalmamış, birçok maddeyi de dünyanın her tarafındaki pazarlarda satılmak üzere, dünya ticaretine sokmuşlar; yeni pazarlar yaratmışlar, üretim, taşıma, pazarlama ve tüketimde her aşamanın kontrolünü ellerinde tutmuşlardır. Hint mallarını Çin’e, Güney Amerika mallarını Afrika ve Asya’ya tanıtırken, bir İngiliz Çin’den çaldığı çay bitkisini Kalküta’da yetiştirerek Hindistan ve Seylan’da (Sri Lanka) çay tarımı faaliyetinin gelişmesine yol açmıştır.
Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında dünyayı etkileyen iki büyük devrim –Sanayi Devrimi ve Demokratik Devrim- de batı Avrupa’da başlatılmıştı. Buharın makineye uygulanmasının hızlandırdığı Sanayi Devrimi, mamul maddeler üretiminde ve de doğal kaynakların tüketiminde büyük artışlara yol açarken ticaret ağlarını genişletmiş ve sanayi şehirlerinin hızla büyümelerini sağlamıştı. Avrupa dünyanın ilk sanayi-şehir toplumunun gelişme merkezi ve- yerini yirminci yüzyıl başlarında ABD’ye bırakıncaya kadar- dünyanın egemen gücü hâline gelmişti. Demokratik Devrim ise aristokratların yönetimine ve çoğu fabrika işçisinin olumsuz toplumsal ve ekonomik koşullarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” (“Liberté, égalité, fraternité”) kavram üçlüsü bireysel insan hakları için bir rehber olarak geniş bir kabul görmüştü. Yönetilen halk, yönetim siyasetlerinin belirlenmesinde kendi seslerinin de çıkmasını hakları olarak talep etmişlerdi. Avrupa’dan çıkan bu devrimler, eşit olarak değilse de, büyük ölçüde dünyaya yayıldı. Günümüzde dünyadaki çatışmaların çoğunun nedeninin insan hakları konusundaki görüş farklılıklarına ve toplumların sanayileşmelerindeki düzey farklılıklarına gittiği görülmektedir.
Son kırk-elli yılda, yüzyıllarca süren çatışma ve iki dünya savaşının trajedilerini yaşadıktan sonra, Avrupalı devletler dayanışma yoluyla daha fazla ekonomik ve siyasal güç arama eğilimi sergilemişlerdir. Kıtanın siyasal parçalanmışlığıyla bağlantılı, daha önce mevcut dezavantajlar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aşama aşama geliştirilen Avrupa Topluluğu, ulusal ekonomi ve ulusal yönetimlerin bütünleşmesi için esas birlik olarak ortaya çıkmıştır. Savaş sonrası dönemin büyük kısmında Avrupa’nın bütünleşmesinde en önemli engel, Doğu Avrupa’nın komünist ülkelerini yalıtmak için inşa edilen “Demir Perde” olmuştu. 1989’dan sonra, komünizmin çöküşüyle, Batı Avrupa devletlerinin Doğu Avrupa’daki komşularına erişme ve kıtanın birleşme sürecini ilerletme olanağı yeniden doğmuştur.
Avrupa, modern zamanlarda, Amerikalara, Avustralya’ya ve başka deniz-aşırı âlemlere yerleştirmek üzere milyonlarca nüfusunu göndermişti. Yerel toplumlara üstün geldikleri yerlerde Avrupa’dan gelen beyaz yerleşmeciler yeni topluluklar yaratmışlardı. Yeni vatanları olan Güney Afrika ve Cezayir gibi azınlıkta kaldıkları yerlerde bile temelden büyük değişikliklere yol açmışlardı. Şimdi ise Avrupa kendisi bir göçmen dalgasıyla karşı karşıya bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonundan beri çok sayıda göçmen Avrupa’ya, fakat özellikle de Batı Avrupa’ya gelmiştir. 1990’a doğru Batı Avrupa’da, bölge nüfusunun yüzde 8’den fazlasını oluşturan 13 milyon göçmen yaşamaya başlamıştır. 1960’lar ve 1970’lerde Avrupa’daki sanayi patlaması sırasında ortaya çıkan iş olanaklarından yararlanmak üzere gelenlerin hemen hemen tümü, birçoğu nispeten yakın ülkelerden (Türkiye ve Cezayir gibi) olmak üzere, Üçüncü Dünya’dandı. Diğerleri de, sömürge döneminden dolayı kendi haklarını kullanarak, Endonezya, Angola ve Surinam gibi daha uzakta kalan, bir zamanların sömürgelerinden gelmişlerdi. Kökenleri ne olursa olsun, büyük bir çoğunluk, iş olanaklarının ve diğer kolaylıkların yer aldığı Avrupa’nın büyük şehirlerine yerleştiler.
Avrupa’daki kalkınma patlaması sırasında bu göçmenler kendilerine iş bulmuşlar ve genellikle hoş karşılanmışlardı. Fakat Batı Avrupa ekonomisi 1980’lerde yavaşladığında, yeni gelenler de artık hoş karşılanmıyorlardı. Daha fazla göçmene karşı muhalefet arttı; azalan işlerle ilgili olarak göçmenlerle Avrupalılar arasındaki rekabet de arttı. Şehirlerdeki toplumsal sorunlar da buna paralel olarak yoğunlaştı. Üçüncü Dünya göçmenleri için Avrupa, Avrupalıların Amerika’da buldukları erime potası ortamı olamıyordu. Avrupalı hükümetlere karşı ayırımcılık suçlamaları yöneltilirken, etnik mahallelere sahip birçok Avrupa şehri de daha önce hazırlıklı olmadıkları sorunların içinde buldular kendilerini.
Paris ve Amsterdam gibi belli başlı Avrupa şehirlerinin çoğunda, göçmenlerin kendi kültürlerinin bazı yanlarını ektikleri geniş mahalleler vardır artık. Fransa’nın önde gelen şehirleri (yalnızca Paris değil, Lyon ve Marsilya da) İslâm’ın hüküm sürdüğü, sokak işaretlerinin Arapça ve atmosferin Fas, Tunus ya da Cezayir şehrindeki gibi olduğu banliyölere sahiptir. Almanya’nın batısındaki şehirlerde Türklerin damgası da aynı şekilde güçlüdür. Amsterdam’da 300,000’in üzerindeki Surinamlı göçmen şehrin çehresini değiştirmiştir -eski sömürge nüfusunun yaklaşık yarısı şimdi Hollanda’da yaşamaktadır. Günümüzde Amsterdam’daki şehir içi okullardaki çocukların yarısı Hollandalı değildir ve şehrin toplumsal coğrafyası, beyaz sakinleri dış banliyölere taşındıkça, daha da hızla değişmektedir. Esas olarak Surinamlıların oluşturduğu siyahların şehir içindeki sayıları gittikçe artmaktadır ve şehrin toplam nüfusunun üçte birini aşacağı beklenmektedir. Bu tür değişimler, doğal olarak, kolaylıkla meydana gelmez; Amsterdam gibi birçok Avrupa şehri de gittikçe artan suçluluk ve bağlantılı sorunların sıkıntısını çekerek bunun bedelini ödemektedirler.
Böylece, bir yamalı toplum ve gelenekler hâline gelen Batı Avrupa’nın kendisi de yeni uyum sağlama ihtiyacı ve yeni bir toplumsal harita gerçeği ile karşı karşıyadır. Avrupa, “en uluslararası âlem” olarak tanımlanmıştır hep; şimdi de, yaşlanan nüfus yeni yeni göçmen akımlarına yol açtıkça, “en kültürlerarası âlem” hâline gelecektir.
6.1.1. Nüfusun Dağılışı
Avrupa, özellikle daha geç keşfedilen kıta ve bölgelere milyonlarca nüfusunu gönderdiği ve son iki yüzyıl içindeki savaşlarda yine milyonlarca nüfusunu kaybettiği hâlde, dünyanın en fazla değil ama en yoğun nüfuslu kıtası olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Bununla birlikte, çeşitli ülkelerinde doğumların azalması ve nüfusun artış eğiliminin son derece yavaşlaması nedeniyle bir nüfus azalmasıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
Her ne kadar Avrupa, Kuzey Çin ya da İndus Vadisi gibi ilk medeniyetlerin geliştiği alanlardan birisi değilse de, dünyanın yerleşilmiş en eski alanlarından birisidir. Avrupa’da özellikle büyük demografik sonuç doğuran olgu Sanayi Devrimi olmuştur. Şehirlere olan göçlerle birlikte şehirlerin büyümesi teşvik edilmiş ve nüfus artışı hızlanmıştır. Bölge en uzun sanayi geçmişine sahip olduğu için, Avrupa şehirlerin en fazla yoğunlaştığı ve nüfus artışının da en düşük oranda gerçekleştiği kıta olma özelliğini taşımaktadır.
Avrupa’nın oldukça büyük nüfus yoğunlukları içinde en göze çarpanı, genellikle Avrupa nüfus ekseni olarak da adlandırılan doğu-batı uzanımlı kuşaktır. Bu kuşak, merkezî ve güney İngiltere’den, Hollanda, Belçika, kuzey Fransa, Almanya, Polonya’yı geçerek doğuya, Ukrayna ve Rusya’ya doğru uzanır. Kuşağın büyük kısmı, tarımsal bakımdan oldukça verimli Büyük Avrupa Ovası içinde kalırsa da, burada çok az sayıda nüfus tarımla uğraşmaktadır. Buna karşılık, nüfusun çok büyük kısmı, akarsular ve kıyılar boyunca, Avrupa’nın bu kısmındaki kömür havzaları ve sanayi bölgelerinde yer alan sayısız şehir ve kasabada yaşamaktadır. Aslında burada tek tek büyük şehirlerden değil, yer yer neredeyse kesintisiz uzanan birden çok şehirsel kuşaktan söz edilebilir. Londra, Manchester, Brüksel, Amsterdam, Rotterdam, Essen, Berlin, Varşova ve daha güneyde Münih, Viyana, Prag ve Budapeşte bu kuşaklar içinde önde gelen şehirlerinden yalnızca birkaçıdır. Buna karşılık, İskandinavya’ya ve Baltık ülkelerine doğru ülkelerin toplam nüfus miktarları ve nüfus yoğunlukları azalır. Zaten doğum azlığı (yıllık artış hızı yüzde 0.1 ile 0.3 arasında) nedeniyle nüfus artışında sıkıntılar olan İskandinav ülkeleri ile nüfusları genelde azalma eğiliminde olan Baltık ülkelerinin tümü 10’ar milyonun çok altında nüfusa sahiptirler.
Akdeniz ülkeleri büyük bir nüfus toplanması meydana getirmezler. Akdeniz Avrupa’sının sınırlı olan alçak alanlarında yüksek yoğunluklar yer almaktadır. Akdeniz’in en kalabalık ülkesi İtalya’dır. Ülkenin kuzeyindeki Po Nehri vadisi bütün Akdeniz Avrupa’sındaki en büyük nüfus toplanma alanıdır. Zengin alüvyal topraklarıyla verimli tarım alanlarını içine aldığı gibi, büyük sanayi şehirleri Milano ve Torino da burada yer almaktadır. Marsilya’nın 1.5 milyon nüfusuyla en büyük şehirsel merkez olduğu Fransa’nın güneydoğusundaki Rhône Vadisi, İspanya’nın doğu kıyısı (Barselona en büyük merkez) ve Yunanistan’da Atina metropoliten alanı da Akdeniz’in oldukça yoğun nüfuslu diğer yerlerini oluşturmaktadırlar.
6.2. Ekonomik Gelişme ve Sanayi Faaliyetleri
Sanayi Devriminin başladığı ve dünyadaki ilk sanayi bölgelerinin oluştuğu Atlas Okyanusu’nun kuzeydoğu kesiminde -Batı Avrupa ülkelerinde- sanayi faaliyetleri, genelde, hâlâ yapılarını ve görünümlerini korumaktadırlar. Avrupa sanayi bölgeleri, Avrupa Birliği’nin odak noktasını, ana damarını oluştururlar.
İngiltere’de, maden kömürünün harekete geçirdiği sanayi faaliyetleri, zamanında, dünyada eşi olmayan bir alansal uzmanlaşma kalıbı meydana getirmişti. Günümüzde bu kalıbın büyük kısmı, farklılaşma, yeniden-yerleşme ve çeşitli hatalar nedeniyle kaybolmuş; İngiltere, modern teknolojik gelişmelere ayak uydurmada başarısız kalmıştır. Bir zamanlar sanayinin modernleşmesinin adeta anıtı olan fabrikalar aslında hâlâ işletilmektedir ama yaşlanmış, yetersiz, yavaş, verimsiz ve işletilmesi pahalıya mal olarak. Kuzey İngiltere’deki Midlands sanayi şehirlerinin büyük ölçüde önem kaybetmeleriyle, buralardaki sanayi yatırımlarının yönelebildikleri yer, İngiltere’nin tarihi odak noktası olmuştur; yani, Londra. İngiliz Adaları’nın hâlâ en büyük iç pazarı olan Londra, dış pazarların rekabeti arttıkça yerel imalâtçılar için daha da önemli hâle gelen bir pazar olmuştur. Bütün bu gelişmeler, enerji sağlanmasında maden kömürünün azalan (nükleer enerjinin artan) önemini, durmadan yenilenen makineleşmeye ayak uydurma arzusunu ve dev bir iç pazar oluşturmasına ek olarak Londra’nın iyi bir ithalat limanı da olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Böylece Londra, aynen Paris gibi, Avrupa bölgesi içinde anahtar bir sanayi alt-bölgesi olarak belirmektedir.
Sanayi Devrimi kıta Avrupa’sına yayıldığında Paris zaten Avrupa’nın en büyük şehriydi; ama Paris’in, aynen Londra gibi, yakın çevresinde ne maden kömürü ne de demir yatakları vardı. Paris, çevresindeki yüzlerce kilometrelik alan içindeki en büyük yerel pazardı ve mevcut kara ve suyolu ağına demiryolları da eklendiğinde, şehrin merkeziyet durumu daha da güçlenmişti. Londra örneğinde olduğu gibi, Paris de hemen belli başlı sanayileri kendisine çekmiş ve şehir öteden beri ün yaptığı lüks maddelerin (mücevherat, parfüm ve giyim eşyası) imalatında olduğu kadar, otomobil montaj ve imalâtı, metalürji ve kimyasal maddeler imalâtında da önemli bir büyüme göstermiştir. Hazır ve bol işgücü, mamul maddelerin dağıtımı için ideal bir bölgesel konum, devlet dairelerinin varlığı, yakın bir okyanus limanı (Le Havre) ve Fransa’nın en büyük iç pazarıyla Paris’in büyük bir sanayi merkezi olarak gelişmesi rastlantısal değildir. Fransızlar, Paris dışında da, Avrupalıların diğer yerlerde yaptıklarını yaptılar ve üretim hacmi bakımından başka bölgelerle rekabet edemeyecekleri için uzmanlaştılar -kaliteli dokumada, hassas ölçme aletlerinde, otomobilde ve de tabii şarap ve peynirde.
Gerçekten de, günümüzde Batı Avrupa sanayi bölgelerinin büyük kısmı belirli sanayi ürünleri ticaretinde uzmanlaşmışlardır. Böylece, Avrupa dışında, özellikle Asya ülkelerinin sanayi ürünlerinin rekabetinden kaçınmak yanında, Batı Avrupa ülkeleri arasında da belirli ürünlerde üstünlüğü koruyacak duruma girmişlerdir. Bu durumun meydana gelmesinde, Batı Avrupa ülkelerinin kendi aralarında oluşturdukları Avrupa Birliği’nin (önceki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) etkisi tartışılmaz. Bu örgütlenme, topluluk içindeki her ülkenin, tarım ve diğerlerinde olduğu gibi, sanayide de rolünün belirlenmesini gerekli kılmıştır.
Avrupa’nın maden kömürü yatakları, batıdan doğuya doğru uzanan bir kuşak hâlindedir ve bu kuşak sanayinin de geliştiği alan olmuştur: Güney İngiltere’den başlayıp, kuzey Fransa ve güney Belçika, Hollanda, Almanya’dan geçerek güney Polonya’da Silezya’ya kadar uzanır bu kuşak. Demir cevheri de hemen hemen aynı kuşakta yer aldığından, Avrupa’nın Sanayi Kuşağı böylece daha iyi anlaşılmış olur. Örneğin Almanya’da sanayi Avrupa Sanayi Kuşağı içinde kalan alanda, maden kömürü yataklarına bağlı olarak, yoğunlaşmıştır. Savaş öncesi dönemde üç büyük sanayi alanı ortaya çıkmıştı: Batıda Hollanda sınırına yakın Ruhr; Çekoslovakya sınırına yakın (şimdi Almanya’nın doğusunda) Saksonya; ve şimdi Polonya’da kalan Silezya. Savaş sonrasında Almanya’nın elinde bunlardan yalnızca Ruhr kalmıştı, fakat Ruhr gelişerek Avrupa’nın en yoğun sanayi bölgesine dönüştü. Günümüzde Almanya Avrupa’nın da en büyük gücü durumundadır. Adını Rhein Nehri’nin küçük bir kolundan alan ve 9,934 km2’lik bir alan kaplayan Ruhr sanayi bölgesinde yüksek nitelikli kaynaklar, çok iyi bir erişebilirlik (Köln, Bonn ve Dortmund havalimanları, Duisburg’da dünyanın en büyük, Köln’de ise Avrupa’nın ikinci büyük kara içi limanı) ve büyük pazarlara yakınlık (Köln-Düsseldorf-Duisburg-Essen-Dortmund) bir bileşim hâlinde avantaj oluşturmaktadırlar. Yerel demir cevheri yatakları tükendiğinde, ithal demir cevherini tek bir yüklemeyle getirmek, bu yüzden, çok kolay olmuştu. 1870’lerden beri ağır sanayi ürünleri (ve de savaş için tanklar ve silahlar) akıtan Ruhr bölgesi, fabrikaları, 11 milyon nüfusu, 3.7 milyon çalışanı (1.5 milyon imalâtta, 2.2 milyon hizmetlerde) ile Avrupa’nın en büyük sanayi konürbasyonudur. Günümüzde de Ruhr avantajlı bir bölge (Almanya’nın 100 büyük şirketinin 40’ı ve 44 üniversite yine burada yer alıyor) olarak kalmışsa da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’nın diğer yerlerindeki tesislerin yaşlanma sorunu burasının (Rheineland ile birlikte) geleceğini de belirsiz bırakmaktadır.
Saksonya ise daima beceri ve kaliteye önem vermiş, optik aletler ve fotoğraf makineleri, dokuma ve seramik gibi ürünleriyle tanınmış bir bölgedir. Leipzig ve Dresden’in şehirsel merkezlerini oluşturduğu Saksonya, şimdi iki Almanya’nın birleşmesinin sancılarını çekmekte fakat aynı zamanda da Almanya’nın ekonomik plancılarının yeniden canlandırmaya çalıştıkları ana hedeflerini oluşturmaktadır. Biraz daha doğuya doğru, şimdi Polonya içinde yer alan ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru da uzanan Silezyada ilk önce Almanlar tarafından geliştirilmişti. Saksonya-Bohemya-Silezya sanayi ekseni kaliteli maden kömürü yatakları ve Ukrayna’dan gelenlerle takviye edilen, daha zayıf demir cevheri yataklarına dayanarak gelişmiştir. Avrupa Sanayi Kuşağı içinde Belçika’da ise iki sanayi koridoru dikkati çekmektedir. Bunlardan biri, maden kömürüne dayalı, Charleroi ve Liège’den geçen, ağır sanayinin yer aldığı doğu-batı ekseni; ikincisi ise, Brüksel ve Antwerp’den geçerek Charleroi’dan kuzeye uzanan, daha hafif ve daha çeşitlenmiş sanayi faaliyetlerinin yer aldığı koridordur.
Avrupa’nın sanayideki başarısı yalnızca hammaddeye dayanmamıştır; usta işgücü ve yüksek derecede uzmanlaşma da yoğun bir ürün değiş-tokuşuna yol açan çeşitli sanayi kuşaklarının oluşmasını sağlamıştır. Bu değiş-tokuş Avrupa’nın doğal ulaşım güzergâhlarıyla çabuklaşmış, insan-yapısı ulaşım ağlarıyla da güçlenmiştir. Böylece de sanayi faaliyetleri ilk çıkış kaynaklarından çok uzaklara, hâlen Avrupa’nın belli başlı sanayi merkezlerinden birisi olan kuzey İtalya’ya, İspanya’da Katalonya (Barselona’da çekirdekleşerek) ve kuzeydoğu İspanya’ya, güney İsveç’e ve güney Finlandiya’ya kadar yayılmıştır. Ancak bunlar ve Avrupa’nın burada belirtilemeyen başka sanayi alanlarının hepsi, kıtanın dev sanayi kütlesi içinde çekirdekleşmiş üst düzeydeki parçaları oluşturmaktadırlar.
Kuzey Amerika’da ve İngiltere’de olduğu gibi, kıta Avrupa’sı ülkelerinde de ilk sanayi bölgeleri maden kömürü ve demir cevherine bağlı olarak ortaya çıkmış ve gelişmişlerdir. Sanayinin yer seçimini etkileyen ekonomik, toplumsal ya da siyasal çeşitli etkenler bu bölgelerin önemlerini korumalarında, kaybetmelerinde ya da yeniden kazanmalarında değişik roller üstlenmişlerdir. Kullanılan hammadde ve enerji kaynağındaki değişimlerle siyasal kararların bir sanayi bölgesi üzerindeki etkisini aşağıya alınan örnek çok iyi resimlendirmektedir:
Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nde her biri belirli bir sektörde uzmanlaşmış sanayi bölgeleri bulunmakla birlikte, bunların hiç birisi Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da bulunan kuşaklarla boy ölçüşemez. Merkezi planlama ülkeleri olarak anılan bu ülkelerdeki sanayileşmede şimdiye kadar üretim mallarına, özellikle ağır sanayiye önem verilmiş, tüketim malları üzerinde durulmamıştır. Doğu Avrupa sanayi bölgesi, aslında, bu kesimdeki ülkelerdeki komünizm öncesi yatırımlar ve geleneklerden gelmiştir. Son derece farklılaşmış; çoğu kez Sovyetler tarafından üretilen hammaddelere bağımlı kalmış ve özelleşmiş mallar üretmiştir. Komünist planlama ve siyaset, aynen rejim öncesi yatırımların yaptığı gibi, izlerini bırakmıştır. Geri kalan dört bölge ise B.D.T. içinde kalmaktadır. Buralardaki fabrikalar ve üretim türleri büyük çapta planlı ekonomi kökenlidir. Söz konusu dört bölgeden üçü yerel enerji kaynaklarıyla yerel hammaddeye dayalıdır. Ayrıca her biri kendi kendisine yeterli olmaya çalışmıştır. 1990’lardan sonraki çöküş sanayiyi de çok olumsuz etkilemiş; zaten donanım ve işletme açısından köhneleşmiş olan sanayi durma noktasına gelmiştir. Bu ülkeler hâlen bir yeniden-yapılanma ve örgütlenme süreci içindedirler.
Uygulamalar
1) Öğrencilerhem Avrupa genel hem de ülkeler ile ilgili beşerî haritalara bakmalı ve böylece ülkelerin sınırlarını, komşularını ve başlıca yerleşmelerin lokasyonlarını öğrenmelidir. İlgili web sitelerine (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, Avrupa’nın beşerî coğrafyasını ele alınmış ve bölgenin yerleşilmesi, nüfusun dağılışı ve şehirleşme üzerinde durulmuştur. Daha sonra, “Sanayi Devrimi”nin beşiği olan Avrupa’da ekonomik gelişme ve sanayi faaliyetlerine değinilmiş ve sanayi bölgeleri ele alınmıştır.
Dünyada, özellikle daha geç keşfedilen kıta ve bölgelere milyonlarca nüfusunu gönderdiği ve son iki yüzyıl içindeki savaşlarda yine milyonlarca nüfusunu kaybettiği hâlde, Avrupa, dünyanın en fazla değil ama en yoğun nüfuslu kıtası olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Avrupa’nın toplam nüfusu Doğu ya da Güneydoğu Asya’nınkine yaklaşamaz; fakat toprak bakımından oldukça küçük olan yüzölçümü yüksek bir yoğunluğa sahip olmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte, çeşitli ülkelerinde doğumların azalması ve nüfusun artış eğiliminin son derece yavaşlaması nedeniyle bir nüfus azalmasıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
Her ne kadar Avrupa, Kuzey Çin ya da İndus Vadisi gibi ilk medeniyetlerin geliştiği alanlardan birisi değilse de, dünyanın yerleşilmiş en eski alanlarından birisidir. Avrupa’da özellikle büyük demografik sonuç doğuran olgu Sanayi Devrimi olmuştur. Şehirlere olan göçlerle birlikte şehirlerin büyümesi teşvik edilmiş ve nüfus artışı hızlanmıştır. Bölge en uzun sanayi geçmişine sahip olduğu için, Avrupa şehirlerin en fazla yoğunlaştığı ve nüfus artışının da en düşük oranda gerçekleştiği kıta olma özelliğini taşımaktadır. Avrupa’da nüfusun dağılışı da sanayileşmeden etkilenmiştir; bu bakımından gelişmiş ya da sanayi için gerekli kaynaklara sahip alanlar daha fazla sayıda nüfusu kendilerine çekmişlerdir.
Oldukça büyük nüfus yoğunlukları Avrupa’da da yaygındır; fakat en göze çarpanı, genellikle Avrupa nüfus ekseni olarak da adlandırılan doğu-batı uzanımlı kuşaktır. Bu kuşak, merkezî ve güney İngiltere’den, Hollanda, Belçika, kuzey Fransa, Almanya, Polonya’yı geçerek doğuya, Ukrayna ve Rusya’ya doğru uzanır. Kuşağın büyük kısmı, tarımsal bakımdan oldukça verimli Büyük Avrupa Ovası içinde kalırsa da, burada çok az sayıda nüfus tarımla uğraşmaktadır. Buna karşılık, nüfusun çok büyük kısmı, akarsular ve kıyılar boyunca, Avrupa’nın bu kısmındaki kömür havzaları ve sanayi bölgelerinde yer alan sayısız şehir ve kasabada yaşamaktadır. Aslında burada tek tek büyük şehirlerden değil, yer yer neredeyse kesintisiz uzanan birden çok şehirsel kuşaktan söz edilebilir. Londra, Manchester, Brüksel, Amsterdam, Rotterdam, Essen, Berlin, Varşova ve daha güneyde Münih, Viyana, Prag ve Budapeşte bu kuşaklar içinde önde gelen şehirlerinden ancak birkaçıdır. Kuzey Denizi kıyısı, özellikle de Hollanda’da Rhein ve İngiltere’de Thames nehirlerinin ağızları Avrupa’nın uluslararası başlıca ticaret şehirlerinin lokasyonlarıdır. Madencilik ve sanayi merkezleri ise İngiltere’nin maden kömürü havzalarında, Almanya’nın Ruhr Vadisi’nde, Polonya’nın yukarı Silezyası ile Büyük Avrupa Ovası’nın güney kenarları boyunca uzanan bazı yerlerde bulunmaktadırlar; Avrupa Sanayi Ekseni boyunca bazı yerlerde aritmetik yoğunluklar çok yüksektir.AVRUPA
AVRUPA: ÇEVRESEL TEMELLER
Avrupa nedir? Sınırları nerededir? Avrupalılar kimlerdir? Sorularının yanıtları herkesin sandığından çok daha karmaşık ve tartışmalıdır. Dünyanın başka yerlerindeki bölge ayrımlarında da olduğu gibi, Avrupa da neleri içine aldığının kabul edilmiş kesin bir tanımının yapılamadığı bir “birlik”tir. Avrupa’nın sınırlarını fiziki coğrafya terimleriyle doğuda Ural Dağları, Ural Nehri ve Hazar Denizi; güneyde Kafkas Dağlarının kuzey sıraları ile Karadeniz ve Akdeniz; batıda Atlas Okyanusu ve kuzeyde de Kuzey Buz Denizi’nin (Arktik Okyanus) çizdiği kabul edilmiştir.
Bu fiziksel tanımlama uygun gibi görünse de çok sayıda kuşkucu sorulara götürür bizi: Örneğin Avrupa Rusya’yı ikiye bölmekte, bir kısmını Asya’da bırakırken, diğerini Avrupa’ya katmaktadır. Böylece de Rusya’nın “Avrupalı mı” yoksa “Asyalı mı” olduğu yoksa ikisi de olmadığımı soruları doğmaktadır. Tanımlanması konusunda zorluk çekilen yerler arasında İzlanda da vardır; Avrupa’nın bir parçası kabul edilir ve Danimarka’nın bağımsızlığını kazanmış eski bir ilidir ama Kuzey Amerika’nın bir parçası olarak görülür hep. Aslında neyin ve kimin Avrupalı olduğunun belirlenmesinde kültürel mülahazalar çok önem taşır. Bu yüzden de ataları bin yıl kadar önce Asya’dan Avrupa’ya göçen Macarlar ve Finliler, Avrupa halkları olarak kabul edilirlerken, Avrupa’ya yakın zamanlarda göç etmiş milyonlarca Asyalı ve Afrikalı “Avrupalı” olarak görülmezler.
Avrupa, küresel üyelikleri olan çok sayıda uluslararası kurumun merkezlerinin bulunduğu yerdir; aynı zamanda temelde Avrupalı üyelere sahip çeşitli örgütlere de ev sahipliği yapmaktadır. Diğer yandan, tüm kıtayı birleştirecek tek bir toplumsal ve kültürel egemenlikten söz edilememekle birlikte, belki bir Avrupa projesi olarak “Avrupa Birliği”nin günümüzdeki en başarılısı olduğu iddia edilmektedir.
Avrupa, Avrazya kara kütlesinin uzun bir yarımadası gibidir -daha küçük yarımadalar ve adaları da kendisi yaratmıştır: İngiliz Adaları; İber, İtalyan ve Balkan yarımadaları gibi. Bu birimler nehirler, boğazlar ve dağ geçitleriyle kolayca aşılarak insan tarihinde etkin bir bağlantı ağı oluşturan dar denizler ve dağ sıralarıyla birbirlerinden ayrılmıştır. Her ne kadar Atlantik kıyısı batıda Avrupa’nın tartışılmaz sınırını oluşturuyorsa da, doğuda böyle kesin belli bir sınır yoktur. Ancak, klasik dönemlerden beri Don Nehri, Volga Nehri ve Ural Dağları Avrupa’nın doğu sınırını ifade etmede kullanılmışlardır.
Avrupa yüzölçümü bakımından küçüktür. Rusya sınırından batıya Avrupa’nın toplam yüzölçümü 5 milyon km2’nin üzerindedir (Rusya’nın Avrupa kısmıyla 10.4 milyon2). Avrupa’nın karasal kesiminin kabaca yarısı Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarından doğu Polonya’ya kadar uzanan ana yarımadadır. En uç kesimler bile birbirlerine o kadar uzak değillerdir. Cebelitarık’tan İskandinavya’nın Kuzey Burnu’na ya da İzlanda’dan İstanbul’a kadar yalnızca 4,025 km kadar bir mesafe söz konusudur. Buna karşılık, Kuzey Buz Denizi, Akdeniz ve Atlantik koy ve körfezleri, bunlar boyunca sıralanmış sayısız adalarla birlikte, Avrupa başka kıtalardan çok daha uzun bir kıyı çizgisine sahiptir. Eski Sovyetler Birliği (BDT) dışarıda bırakılırsa, yalnızca Karpat Dağları bölgesi kıyıdan 480 km kadar uzakta kalır ve Avrupa nüfusunun % 80 kadarı kıyıdan 160 km’lik bir mesafe içinde yaşar.
5.1. Yüzey Şekilleri
Avrupa’da dört büyük fizyografik bölge ayırt edilebilmektedir:
Kuzeybatı Dağlık Bölgesi; Avrupa’nın fizyografik bölgeleri içinde en eskisi ve en yumuşamışıdır. Dağlar ya da yaylalar iki ayrı alandan oluşur:
İsveç’in Fenno-İskandinav ya da Baltık Kalkanı, Finlandiya ve güneydoğu Norveç,
Norveç’in geri kalan kesimleri, İsveç’in en batı ucu, kuzey İngiltere, Galler ve İrlanda’nın bazı kesimleri ve İskoçya.
Bölgede denize olan düşkünlük, eğilim (Norveç kıyıları boyunca uzanan yüzlerce balıkçı köyü ya da İskoçya kıyılarındaki balık çiftlikleri gibi) hemen her yerde hissedilmektedir. Deniz manzarası da Kuzey Denizi petrol ve gaz yatakları ve bunlarla bağlantılı taşımacılık ve imalat faaliyetleri tarafından oldukça değiştirilmiştir. Her ne kadar Kuzeybatı Dağlık Bölgesi şehirsel ve endüstriyel görünümler kazanmışsa da, aynı zamanda da Avrupa’nın doğal koşullardan en fazla etkilenmiş en geniş manzara alanlarını da içermektedir. Bu doğal manzara ve güzellikler birçok rekreasyonel fırsatlar için ortam oluşturur.
Merkezi Dağlar ve Yaylalar: Bölge Batı İspanya’dan Orta Avrupa’ya (Slovakya’ya) kadar uzanan tepelik bölgelerin sürekliliği olmayan bir kombinasyonu hâlindedir. Yükseklikler 150-600 m arasında değişir; çok az yerde 1.200 m’yi bulur. En tanınmış kesimleri Fransa’da Bretagne Yarımadası ve Masif Central, Ardenler (Belçika-Lüksemburg), Almanya’da Harz Dağları ve Bohemya Tepeleri vardır.
Bölge rölyefi oldukça yumuşaktır ama çok seyrek yerleşilmiş alçak dağlık alanlarla yoğun yerleşilmiş vadi ve havzalar gibi çok farklı arazileri de içine alır. Volkanik faaliyetler bu bölgede çok sayıda aşınmış volkan konilerini yaratmış, birçok küçük havza ve vadi de bu bölge içine gömülmüştür: Fransa’da Rhone Vadisi, Fransız-Alman sınırında Rhein Vadisi, İsviçre ve Bavyera Platoları ve Avusturya’da Tuna vadisi ve de Eflak Ovası bunların en bilinenleridir. Merkezi Dağlık (ya da Hersinyen) alanlar da Kuzeybatı Dağlık Bölgesi gibi çok tutulan dinlenme alanlarıdır. Doğal yapıyla ilgili kaynakları -çok sayıda falezleri, doğal gölleri, kaplıcaları/içmelerigibi- önemli bir çekicilik unsurudur.
Güney Dağlık Bölgesi: Merkezi Yüksek Alanlar güneyden kendilerinden çok daha yüksek olan Alp Dağlarıyla (diğer yönlerden de Kuzey Avrupa Düzlükleriyle) çevrilidirler. Alp Dağları yalnızca ünlü Alpleri içine almakla kalmaz, aynı zamanda da bu büyük dağ sistemine ait olan başka sıradağları da içerirler. İspanya ile Fransa arasındaki Pireneler, İtalya’nın Apeninleri, eski Yugoslavya’nın Dinar Sıradağları, Doğu Avrupa’nın Karpatları bu Alpin sistemin birer parçasıdırlar. Güney Dağlarında en yüksek zirveler Alplerde yer alır -Mont Blanc 4,808 m gibi bir yüksekliğe ulaşır. Diğer dağ sıralarının en yüksekleri genelde 1.525 ile 2.440 m arasındadır.
Bilindiği gibi, Avrupa kıtası geçmişteki buzul çağının etkilerinin en çok hissedildiği yerlerin başında gelir. 1.5-2 milyon yıl önce başlayan buzul çağlarının 35.000 yıl önce başlayan ve 10-15.000 yıl önce maksimuma varan sonuncusunun izleri çok fazladır. Bu izler Güney Dağlık Bölgesi’nde (Finlandiya’daki yüzlerce göl, kuzeydoğu Almanya ve Polonya’da eriyen buzların taşıdığı malzemelerin yığıldığı yüzlerce kilometrelik hafif tepeler ya da Alpler üzerindeki buzul aşındırmasına bağlı olarak oluşmuş manzaralar gibi) de görülmektedir.
Güney Dağlık Bölgesi Avrupa’nın en arızalı alanlarını oluşturmaktadır. Ancak bu arızalı yapı, bölgenin en önemli turizm alanı olmasını da sağlamıştır. Özellikle Alpler, uygun kar koşulları, meydan okuyan zirveler ve korunmalı vadiler ve göllerle bileşimi hâlinde, yıl boyunca çok çeşitlitatil olanakları sunmaktadırlar.
Kuzey Avrupa Ovası ve Başka Düzlükler; Avrupa’nın yer şekillerine göre ayrılabilecek bölgelerinin en yoğun nüfuslu olanıdır. Kuzey Avrupa Düzlüğü (Büyük Avrupa Ovası olarak da bilinir) güney Fransa’dan -Pirenelerden- başlayıp kuzey Almanya üzerinden geçerek Alçak Ülkeleri aşar ve doğuda Polonya üzerinde bir “yelpaze” şeklini alarak güneybatı Rusya’ya doğru iyice sokulur. Kuzey Avrupa Ovası’nın büyük kısmı 150 m’nin altında bir yükseltiye sahiptir.
Bölgede dört geniş düzlük ayırt edilebilir:
Yapısal düzlükler; esas olarak güneydoğu İngiltere ve orta-kuzey Fransa’da (Londra-Paris Havzası), kuzey Akitanya Havzası ve güneybatı Almanya’da bulunurlar.
Birikinti düzlükleri; ancak tepe ve dağların çevrelerinde bulunurlar, bu alanlarla sınırlıdırlar. Güney Akitanya Havzası, Rhône-Saône Koridoru, Rhein Rift Vadisi, orta İsviçre, Ebro Depresyonu ve Po Ovası başlıca örnekleridir.
Kıta buzul levhalarının geride bıraktığı depozitlerin oluşturduğu düzlükler; bunlar arasında kuzey Hollanda, kuzey Almanya, Danimarka ve İsveç’in güney ucu da bulunmaktadır.
Denizden kazanılan araziler hâlindeki düzlükler; her ne kadar Danimarka ve Almanya’da da denizden kazanılan arazilerden oluşan düzlükler varsa da, bu tür uygulamalarda Hollanda ün kazanmıştır.
Avrupa’nın büyük ovası-düzlüğü yaşamsal bir üstünlüğe sahiptir: Orta ve Batı Avrupa’da nehirlerin çoğu kaynağını Alpler ve uzantısı olan dağlardan alırlar. Kuzeye doğru akan nehirlerin en büyükleri Vistül ve Oder sularını Baltık Denizi’ne boşaltırlarken, Elbe ve Rhein ise Kuzey Denizi’ne akarlar. Fransa batıya akan üç büyük akarsuya sahiptir: Seine, Loire ve Garonne; bu ülkedeki Saone-Rhone isegüneye Akdeniz’e akar. İtalya’da Po, İber Yarımadası’nda Tagus/Tajo, Ebro ve Guadalquivir, İngiltere’de Thames ve İrlanda’da Shannon da önemli akarsulardır. Doğu Avrupa’da Tuna, Don ve Volga yine belli başlı nehirleri oluştururlar.
5.2. İklim Koşulları
Avrupa’nın ılıman iklimi onun batıdan esen rüzgârların yolu üzerindeki yarımada, denizsel ve orta-enlem konumunun bir sonucudur. Bu rüzgârlar Kuzey Atlantik’in sıcağını ve nemini Batı Avrupa’ya taşırlar. Hava koşullarındaki neredeyse günlük değişimler ise alçakveyüksek basınç sistemlerinin geçişi nedeniyledir. Blok hâlde dağların bulunmayışı, her ne kadar doğuya doğru yağış miktarlarında azalma meydana gelse de, havanın ve nemin Orta ve Doğu Avrupa ovalarına akışını kolaylaştırır.
Batı Avrupa ikliminin anahtar sözcüğü güvenilirliktir. Doğuya doğru azalan yağışlar doğu Yunanistan ve doğu İspanya’da kuraklık koşullarına kadar varır. Yaz kuraklıkları bütün Akdeniz alçak kesimlerinde olağandır. En yüksek yağışlar dağlarda ve batı Avrupa’nın kıyı kesimlerinde meydana gelir ve Galler ve İskoçya’nın yüksek zirvelerinde yıllık 5.000 mm’ye varır. Ortalama yağışlar Batı Avrupa düzlüklerinde 500-750mm’dir, daha yüksek alanlarda 750-2.000 mm’ye çıkar ve doğuya doğru azalarak bazı yerlerde 250 mm’ye kadar iner.
Batı Avrupa’nın suyun etkisiyle yumuşayan iklimine “batı kıyısı denizsel” denir; Doğu Avrupa’nın ılımandan sıcağa uzanan yazları ve soğuk kış koşulları karasal iklimi oluştururken, güneydeki kurak, sıcak yazlar ve serin yağışlı kışlar Akdeniz iklimini meydana getirir. Orta Avrupa, bu alanda denizselden karasala doğru değişen etkiler nedeniyle daha sık değişen bir iklim yapısı gösterir. Yüksek yerlerde koşullar yüksek zirvelerden aşağıdaki yamaçlara doğru yükselti ve bakıya göre sıcaklık ve yağış bakımından değişiklik gösterirler. Yüksek Alplerin bazı kısımları zaten kar ve buzullarla kaplı durumdadır. Bununla birlikte, yerel deniz esintileri de kara üzerindeki, özellikle de Akdeniz bölgesinde, sıcaklıkların değişime uğramasında önem taşırlar.
Avrupa başka bütün kıtalardan çok daha yüksek oranda insanın yerleşmesine ve tarıma uygun iklimlerle donanmıştır. Orta enlemlerdeki konumu ve denizle olan özel ilişkisi orta derecede sıcaklıklar ve yeterli yağışı getirmiştir. Yalnızca yüksek enlemlerinde ve dağların yüksek kesimlerinde gelişmeye engel olabilecek marjinal ortamlar yaratır. Her ne kadar Kuzey ve Güney Avrupa arasında 40o enlemi dolaylarında bir fark doğuyorsa da yaz ayları bütün kıtada benzer ortalama sıcaklıklar sergiler: 16 ile 24oler arasında. En soğuk ayın ortalama sıcaklıkları ise güney İspanya ve Yunanistan’da 10oC’den kuzey İsveç’te -18oC’ye kadar iner.
5.2.1. İklim Bölgeleri
Wladimir Köppen’in 1900’de öne sürdüğü sınıflandırmaya göre Avrupa’da belli başlı iklim farklılıkları sert kışları olan iklimlerle (D-nemli mikrotermal) ılıman kışları olan, en soğuk ayın ortalama sıcaklığının donma noktasının üzerinde kaldığı (C-nemli mesotermal) iklimler arasında gözlenmektedir. İklim bölgeleri daha sonra ılıman yazları olan (Temmuz ortalaması 220C’nin üzeri) ve serin yazları olan (220C’nin altında) iklim tipleri şeklinde alt gruplara ayrılmaktadır. Nemli mikrotermal kategoride dört aydan az bir zaman süresinde ortalama sıcaklığın 100C’nin üzerinde kaldığı özel bir boreal iklim türü (Dc) de yer alır. Daha ılıman kış iklimleri (nemli mesotermal) de kendi içinde ılıman yazlar (nemli suptropikal -Ca) ve serin yazlar (denizsel batı kıyısı -Cb) şeklinde olduğu kadar kurak yazlar yaşanan ancak sıcak ve serin yazlar gibi çeşitleri de olan Akdeniz iklimi (Cs) gibi alt gruplara ayrılmıştır. Mevsimlik yağış kalıpları da düzenli yağışlar (f) ve kış (w) ya da yaz (s) yağışlarına göre belirtilmiştir. Böylece, örneğin, Kuzeybatı Avrupa Cbf iklim bölgesi içine girmektedir -ılıman kışlar, serin yazlar ve mevsimlere göre düzenli dağılmış bir yağış kalıbı. Ağaçların büyümesine izin veren bu iklim tiplerine ek olarak, iki de ağaçsız iklim tipi bulunmaktadır. İber Yarımadası’nın belirli bazı kesimleri potansiyel buharlaşmanın ve terlemenin yağıştan fazla olduğu step iklim bölgesi (B) olarak gözlenmektedir. Kuzey İskandinavya’da da yazlar ağaç yetişmesine uygun olmayacak kadar serin kaldığı için bu bölge de tundra iklim bölgesi (ET) içine girer.
Avrupa’nın iklim haritasında yumuşak kış ve sert kış iklimleri arasındaki sınır kuşağının orta İskandinavya’dan Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısına kadar uzandığı görülür. Alpler yumuşak kış bölgeleriyle kuzeydeki batı kıyısı iklimi ve güneydeki Akdeniz iklimini birbirinden ayırır. Keza, kuzey İtalya’daki Po Vadisi’nden Makedonya’ya uzanan bir nemli suptropikal kuşak da bulunmaktadır. Bu alanda yerel rüzgâr kalıpları ve Alplerin yarattığı topografik engel yaz aylarında Atlantik açıklarındaki hava kütlelerinin serinletici etkisini en aza indirir; kışın kutbi cephenin güneye doğru yer değiştirmesi ise denizsel etkinin bölgeye egemen olmasına ve daha yüksek sıcaklıkların sürdürülmesine izin verir. Ilıman yazlar aynı zamanda aşağı Tuna bölgesinde Bulgaristan ve Romanya’nın karakteristik özelliğidir ama burada da Atlantik ve Akdeniz’e olan mesafelerin büyüklüğü söz konusu alanın sert kış iklimi kategorisine sokulmasına yol açmaktadır. Kuzey İsveç ve Finlandiya’da bulunan boreal iklim Avrupa Rusya’sı ve Sibirya boyunca uzanan geniş tayga kuşağının batı ucunu oluşturur.
5.3. Doğal Bitki Örtüsü
Avrupa’nın doğal bitki örtüsü ve toprakları çeşitli iklim, rölyef, kayaç yapısı ve drenaj koşullarıyla sıkı bir şekilde ilişkilidir. Arazinin yoğun bir nüfus tarafından entansif kullanılışı Avrupa’nın esas-orijinal doğal kalıplarını, özellikle de bitki örtüsünü büyük ölçüde değiştirmiştir. Fakat bitki örtüsünü yalnızca insanlar değil jeolojik dönemler boyunca meydana gelen iklim değişiklikleri de değiştirmiştir.
Avrupa’yı kuzeyden güneye doğru dört ana bitki bölgesine ayırmak mümkündür:
Tundra Kuşağı; Avrupa’da, Asya ve Amerika kıtalarına oranla, tundralar çok az yer kaplarlar. Yalnızca Kuzey Avrupa’nın kutup dairesinin ötesinde şerit hâlinde uzanırlar. Başlıca türleri taşlık alanlarda likenler (taş yosunu), nemli alanlarda muşlar (yer yosunu) oluşturur. Güneye doğru gidildikçe bodur söğütlere ve cüce huşlara rastlanır.
Orman Kuşağı; Doğal olarak ağaçsız ve tahrip edilmiş alanlar bir tarafa bırakılacak olursa, Avrupa’nın büyük bir kısmı orman kuşağı içinde kalır. Orman kuşağı iki alt bölüme ayrılabilir:
a)Kuzey Avrupa Konifer Orman Kuşağı: Kutup dairesinin güneyinden 60. Paralel dairesine kadar uzanan bölgeyi içine alır. Bu kuşağın karakteristik türleri melez çamı, sarıçam, ladin ile yayvan yapraklılardan söğüt ve huşlardır.
b)Karışık Orman Kuşağı: Konifer Orman Kuşağı’nın güneyinde, İskandinavya’nın güney ucundan Orta Rusya Ovası’na kadar uzanan geniş alanlarda yer alır. Yaklaşık olarak 50. kuzey paralel dairesine kadar iner. Yayvan yapraklı ağaçlar güneye ve batıya doğru gidildikçe çoğalırlar. Baltık-Karadeniz kıstağının doğusunda daha ziyade saplı meşe ve ıhlamur ağaçları, batısında ise meşelerle birlikte kayın ağaçları yaygındır.
Bu orman kuşağında yeryüzü şartları bazı değişikliklere yol açmıştır. Bataklık alanlarda turbalıklar, çakıllı-kumlu olan yalı kumulları üzerinde süpürge otu, kamışlar ve katırtırnağı gibi bitki toplulukları yer almaktadır. Dağlık alanlarda da yükseltiye uygun olarak bitki katları bulunur. İnsanlar da alt seviyelerde kesmeyle, orta seviyelerde yakmayla, yüksek seviyelerde aşırı otlatmayla orman örtüsünde olumsuz etki yapmıştır. Bu kuşakta insanın olumsuz etkisinin en az olduğu alan, Dinyeper Nehri’nin yukarı çığırında yer alan Pripet bataklıklarıdır.
Step Kuşağı; Avrupa’da orman kuşağının güneyinde kalan ve ormanın gelişemediği geniş alanların bitki örtüsünü stepler teşkil eder. Kuzeyden güneye doğru ve şeritler hâlinde ağaçlı step, ağaçsız step, çalılık step, tuzlu stepler alt kuşakları oluştururlar. Kuzey ormanlarına yakın kesimlerde ağaçlı stepler, çernozyom adı verilen kara topraklar üzerinde ağaçsız stepler, solonçak adı verilen açık renkli tuzlu topraklar üzerinde çalılık stepler (Hazar Denizi’nin kıyıları), çölümsü-tuzlu topraklar üzerinde tuzlu stepler (aşağı Volga Vadisi boyunca) görülmektedir.
Stepler Batı Avrupa’ya ince şeritler hâlinde sokulurlar. Ayrıca, Güney Avrupa’da yer alan yaylalar stepin gelişmesine son derece elverişlidirler. Günümüzde Avrupa’daki steplerin çoğu ıslah çalışmaları sonucunda tarım alanlarına dönüştürülmüşlerdir.
Akdeniz Bitki Kuşağı; Avrupa’nın güney kıyılarında, iklimin kışları yağışlı ve yazları kurak geçmesi nedeniyle, kuraklığa dayanıklı (kserofil) bitkiler egemendir. Çok az yer tutan orman formasyonu meşe ve çam türlerinden oluşmaktadır. İnsanın olumsuz etkisi sonucunda, ormanın yerini maki formasyonu almıştır. Başlıca maki türleri mantar meşesi, defne, kocayemiş, mazı meşesi gibi bodur ağaçlar ile laden ve kekik gibi kokulu otlardan oluşmaktadır.
Akdeniz bölgesinde soğuktan korunan ve suyu bol olan yerlerde tropikal bitkiler de yetişir. Örneğin, İspanya’nın güneydoğusundaki Alicante (Elche) Ovası’nda hurma yetişmekte ve meyve vermektedir (Özey, 2012).
Avrupa’da iklim olaylarının değişmesiyle birlikte bitkilerde yapraklanma, çiçek açma, meyve verme tarihlerinde de yer yer değişiklikler görülmektedir. Bitkilerde görülen kış duraklama devresindeki süre, Avrupa’da güneyden kuzey doğru artar. Buna paralel olarak yapraklanma ve çiçeklenme kuzeye gidildikçe gecikir. Örneğin, leylakların çiçek açma zamanı Güney Avrupa’da Mart ayı sonu, Orta Avrupa’da Nisan ayının ikinci yarış, Güney Rusya’da Mayıs ayının birinci yarısı, Orta Rusya’da Mayıs ayının ikinci yarısı, Güney İsveç’te Haziran ayının birinci yarısı ve son olarak da Kuzey Rusya ve Kuzey İskandinavya’da Haziran ayının ikinci yarısıdır. Avrupa’da genel olarak büyüme devresi, Akdeniz Bölgesi’ndeki duraklama hariç, yaz mevsimidir.
Kıtada bitkilerin kuzey sınırları, yaşama şartlarına göre ve iklimin değişmesine paralel olarak değişiklik arzeder. Turunçgiller Güney Avrupa’nın yalnızca kıyı çizgisi boyunca görülürken, zeytin bütün Akdeniz Bölgesi’nde yetişmektedir. Bağların kuzey sınırı Orta Avrupa’da 51. kuzey paraleline, Batı Avrupa’da 47. kuzey paraleline kadar çıkar. Buğdayın kuzey sınırı ise, Güney İsveç ve Finlandiya Körfezi’nden itibaren güneydoğuya doğru çekilen hat belirler. Arpanın kuzey sınırı ise daha kuzeyde kalır ve buğdayınkine yaklaşık paralel olarak uzanır.
5.4. Topraklar
Buzul çağındaki buzullaşma bazı alanlardaki toprağı alıp süpürmüş ve kumlu, çakıllı ve taşlı toprakları başka yerlerde biriktirmiştir. Genel olarak buzul arkasında gerek kompozisyon gerekse verimlilik bakımından son derece değişmiş topraklar bırakmıştır.
İklim, bitki örtüsü ve toprak arasındaki geniş anlamdaki ilişkiler Batı’dan çok Doğu Avrupa’da daha iyi tanımlanabilmektedir. Kuzeyden güneye doğru kuşaklar hâlinde bakılırsa önce en kuzeyde asitli, fakir, bataklık oluşturmuş tundra toprakları yer alır ki bunlar yosun, liken ve çalılık türü bitki örtüsü taşırlar. Bu kuşağın güneyinde tayga (boreal orman) kuşağında her zaman yeşil ağaçlar alır ki bunlar da gri, asitli, verimsiz, bitkilerin istediği humus bakımından fakir topraklardır. Tarım bunun da güneyindeki toprak kuşağında yaygın olarak başlar; burası her yıl yapraklarını döken ya da yayvan yapraklı ağaçların bulunduğu kuşaktır ki bu bitkiler kahverengi topraklara katkıda bulunurlar. Doğu Avrupa’da ağaç kuşağının güneyine doğru yağış azaldıkça ağaçların yerini doğal çayırlar alırlar. Birinci kuşak uzun otlardan oluşan preri -orman step- hâlindedir, sonra kısa boylu otların preri-step kuşağı, sonra yarı-kurak çalılıklar ve sonunda da çöl bitkileri kuşağı gelir. Akdeniz’in alçak kesimlerinde doğal bitki örtüsü kuraklığa dayanıklı zeytin, servi, çalı-ağaçlar ve maki çalılıkları gibi su kaybını önlemek üzere kendilerini uyarlayabilen yapraklara sahip bitki örtüsü yer alır. Akdeniz toprakları genelde yüksek oranda demir içerdiklerinden kırmızıdırlar ve sık sık da volkanik kökenli oldukları görülür. Alüvyal ya da su depolanmış, nehir vadilerinde rastlanan topraklar en verimlileridir. Dağ toprakları ve bitki örtüsü türleri değişik yükseltilerde değişik tiplerde olurlar.
Uygulamalar
1) Öğrencinin bu dersi Avrupa’nın fiziki haritası eşliğinde okuması yararına olacaktır. Ayrıca, bölge ile ilgili iklim bölgelerini, bitki örtüsü kuşaklarını ve toprakların dağlışını gösteren haritalara ilgili web sitelerinden (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ulaşmaları konuyu kavramalarına yardımcı olacaktır.
Bölüm Özeti
Bu bölümde Avrupa’ya genel bir giriş yapılmış ve genel coğrafi özellikleri üzerinde durulmuş, ardından bölgenin çevresel koşulları üzerinde durulmuştur.
Avrupa âlemi Avrasya kara kütlesinin en batı ucunda, dünyanın geri kalan kısımlarıyla temas kurmaya en uygun konum olan yerde bulunmaktadır. Avrupa dünyanın “etkili” bölgelerinden birisidir; bu etki yüzyıllardır süregelen küresel ekonomik ve siyasal egemenliğinin kazandırdığı avantajların sonuçlarıdır. Bölgede yer alan günümüzün modern devletleri büyük sömürge imparatorluklarının merkezlerini oluşturan sağlam ve güçlü odaklarından doğmuşlardır. Nüfus derece şehirlileşmiştir, iyi eğitim görmüştür, uzun yaşam sürelerine sahiptir ve dünyanın başlıca üç büyük nüfus toplanma alanlarından birisini oluştururlar.
Avrupa nüfusu genellikle varlıklıdır, ancak bölge genelinde kalkınma düzeyi batıdan doğuya doğru azalır. Kalkınmış grupta yer alan ülkelerde ekonominin egemen sektörü sanayidir, üstelik verimlilik düzeyi çok yüksek olan sanayi! Bölgenin uluslararası ekonomik bütünleşmeyedoğru önemli bir ilerleme kaydetmiş olduğunu da belirtmek gerekir. Üstelik bu durum hâlâ gelişmeye ve daha geniş koordinasyona doğru gitmeye devam etmektedir.
Avrupa’nın doğal çevresi topografik, klimatik, vejetatif ve toprak bakımından geniş bir çeşitlilik sunmaktadır ve birçok endüstriyel kaynakla donanmıştır. Bölge yüzölçümü bakımından küçük olabilir ama fiziksel görünümleri ya da mekânları çeşitli ve karmaşıktır. Avrupa’nın çoğu bölgesi küçük alanlar içinde çarpıcı rölyef değişimleriyle kendini belli eder. Çok sayıda geniş fizyografik bölgeler ayırt etmek mümkünse de Avrupa’nın daha geniş bölgesel kalıbını “Avrupa’nın insan dramının biçimlenme yoluyla çok bağlantılı olan kalıbı”nı da gözden kaçırmamak gerekir. Gerçekten de, Avrupa’nın “yüzü”, değişik manzarası, bazen açıkça belli olan uluslararası sınırlarından çok daha fazla insan etkisinin açık işaretlerini sergilemektedir.
Avrupa’nın çeşitli ve farklı yer şekilleri ve iklimleri çoklarını kendine çeker. Kuzeybatıdaki arızalı, sisli kıyılardan kuzeyin dümdüz ve verimli ovalarını aşarak ormanlık Merkezi Tepelik alan ve muhteşem Alpleri geçerek kurak ve güneşli Akdeniz Havzası’na kadar Avrupa’nın yer şekilleri ve iklimleri muazzam bir panorama sunmaktadırlar. İnsan faaliyetleri doğal çevreden etkilenmişlerdir. ama ne yazık ki insan faaliyetleri de doğal mirasın zarar görmesine yol açmıştır.